Sıfır ve bir arasına sıkışmış dijitallik

Prof. Dr. Yıldırım B. Doğan
Teori Yazı Kurulu Üyesi

Kendi varlığının ayrımında olması insan zihninin insana kazandırdıkları arasındadır. Bu kazanımın bilinebilen en eski tarihi 200 bin yıl öncesine dayanıyor. Bir süre sonra insanın varlığının ayrımında olması onu etkilemiş ve değiştirmiştir. Çünkü varoluşunun aynı zamanda bir amaç olarak şekillenmesi onun has tercihi olmuştur. İnsan kendisi için bir amaçtır savsözünün dayandığı asal kabul aynı zamanda evrimsel bir gerçekliğe göndermedir. İnsanın kendisi için bir amaç oluşu aynı zamanda bir değerdir. Toplumun oluşması ve kültürün yapılanması ile andığım değer ilkeselleşmiş ve âdeta kurumlaşmıştır. Buna bağlı olarak kişi ve toplum ilişkisi sistemli bir yapı içinde ele alınmış ve değer bağımlı olmasına özen gösterilmiştir. Örneğin adalet ve ahlak insan varoluşunun bir amaç haline gelişinde olmazsa olmaz niteliklidir. “Devlet insan içindir” kabulü varlığını bir amaç olarak belleyen insanın önceliğini anlatır. Devletin insana yatırımı insanın varlık amacı ile uyumludur. Üstelik bir gerekliliktir. Bu yolla birey özne olduğunu yaşayacak toplumsal istemlere yanıt verirken varlığını zenginleştirecek donanımın peşine düşecektir. Bireyin özne olması devletle ilişkisinde bir yurttaş olduğunu kavramasına yol açacaktır. Yurttaş olmak onun için değer taşımaktadır. Yurttaşlık yaşama katılırken bireyin yanından hiç eksik etmediği, varlığına bitişik özellikli bir değerdir.

Özne hisseden birey kendi varoluşunu toplumsal varoluşu ile aynı süreklilik çizgisine yerleştirir. Söz konusu çizgi aynı zamanda onun yaşamsal doğrultusu olmuştur. Başka herkesin tıpkı kendisi gibi başka herkesten farklı olduğunu anlamış ve kabullenmiştir. Kendini gerçekleştirmenin yollarından biri de budur! Başka türlü anlatırsam Ben diyebildiği ölçüde Kendim olmayı yaşayacaktır. Her ikisini bir arada duyumsayabilmek el severliği ötelemez. Kişinin özne olabildiğini gösterir. Özne olabilen ben olanla ben olmayana ayırt ederken her ikisine ayrı biçimlerde yönelir. Ben-kendim dengesinin korunması kişide el sever tutum ve davranışın gelişmesine hizmet edecektir. Böylelikle kişi el severliği inancına bağlı bir akide olmaktan daha çok bireysel varoluşunun topluma yönelik bir görevi şeklinde anlayacak ve hissedecektir

Şu ana dek sözcüklerle çizgilediğim durum kimi okurlarda “neden bahsediyor” şaşırmasına yol açabilir. Anlattıklarım somut olarak yaşananlarla bağdaşmaz görünebilmektedir. Amacım tam da budur! Bağdaşmazlığı göstermektir. Son kırk yıla (1980→) baktığımızda bize ne oluyor sorusunu iç cebinde taşımayanımız yoktur. Soruyu taşıdığımızı ayrımsamadığımız için sorunu ele almak yerine ceplerimizi boşaltarak taşımak yükünü sözde hafifletmeye çalışıyoruz. Kırk yıldan önceki kırk yıla (1945 →1980) baktığımızda bize ne oluyor sorusunu sormamıza yol açan sistem çarpıklığının 1945’le başlayan ABD etkisi gene ABD güdümündeki BM, NATO, CENTO, SEATO[1] gibi kuruluşların bizi yutmaya çalışması ile pekiştirilmeye çalışıldığını görürüz. Yutabildiler mi? Hayır! İmparatorluk geçmişi olan bağımsızlık savaşı ile kurulmuş Cumhuriyet’in yutulamayacağı üçüncü bin yılın ilk yılı içinde açık seçik bir kez daha belirlenmiştir. Cumhuriyet mayasının yapılandırdığı ulus devlet özellikle 1945’ten sonra yediden fazla düvele dert olmuştur.

Hegemonya hizmetindeki politik psikoloji aracının ulus devletleri vazgeçmediği bir hedef olarak benimsemesi boşuna değildir.[2] Politik psikoloji özellikle 1960 yılından sonra bireyden doğru giderek toplu ve kesin bir sonuç peşine düşmüştür. Açıklamak isterim:

Birey toplumun temel yapı taşıdır. Devleti insansız bırakmanın en kestirme yolu kişinin hem el sever bir ben hem de kendi olmasından kendi isteği ile vazgeçmesidir. Söz konusu vazgeçişin ilk adımı devlet aygıtı ile çözülemeyen çelişkiler oluşturmak bağdaşmazlık yaratmaktır. AB’nin dayattığı Yerel Yönetim şartı bu amaçla dillendirilmektedir. Kültür odağındaki neoliberal saldırı aynı amaca yöneliktir. Gözden kaçan ise bireysel var oluşundan vazgeçen kişi nasıl özerk olacaktır? El severliğin dışlandığı “Biz” bir çokluk olmak yerine “Ben”in olmadığı gösterişli bir yoksunluktur. Bu hale getirilmiş birey başta kendisiyle olmak üzere yaşadıklarına kör kalır. Çünkü bireysel varoluşu amaç olmaktan çıkmış araç halini almıştır. O birey için;

i.               Dönüşüp değişmek söz konusu değildir. Aksine aynı kalmak uzun süreli tek amaçtır.

ii.              Kendine ait kabulü yoktur. Egemen kabuller onun için yeterlidir.

iii.            Egemen kabul aracılığı ile oluşan önyargıların onu gütmesi derdi olmamaktadır. 

Teori dergisinin özellikle Netflix sayısında olmak üzere değindiğim postmodern tasavvur ve bu tasavvura bağlı olarak biçim ve içerik kazanması beklenen birey anlatılanlara birebir uymaktadır. Varoluş kaygısı yaşamasına karşın bireysel ve toplumsal varoluşundan kolaylıkla vaz geçen birey yalnızlaştırılan benzeri bireylerle bir araya geldiğini düşünmektedir. Bu düşünüşü kolaylaştıran ortam sosyal medya ortamıdır. Vatsap grupları (elbette hepsi değil), mektup listeleri, sohbet odalar, feysbuk, tivittır, instagram vb. adsızlığı ya da lakabı ile sanal biz haline gelmiş bireylerle doludur. Trol adı[3] verilen hilekârlık, hegemonyanın her fırsatı mutlak kullanacağının bir diğer kanıtıdır.

Postmodern tasavvur iki arada bir derede bıraktığı insanı bir yandan el sever olmaksızın ben olmaya teşvik ederken öte yandan kendi olmanın kötülüğüne inandırmıştır. Kendi olamayan ben elbette el sever olamayacaktır. Postmodernizm insanı araç kılan düşünce çerçevesini oluşturur. Soyut düzlemde yer alır. Postmodernistik çerçevenin içine yerleştirilen insandan eksiltilen onun hareket niteliğidir. Hareket yeteneğinin daraldığı çerçevede insanı müebbet kürek mahkûmu kılan somut nitelikli dayatma ekonomi tapınmasıdır. Yaygın adıyla küreselleşme diye bilinir. Küreselleşme aynı zamanda gene sanal karakterli bir çevre sorunudur. Çevreciliğin, iklimciliğin neoliberal karakteri bu nedenle kolayca görülemez. Çünkü çevreden insana ulaşan uyaranların çokluğu başka bir şeyi ayrımsayabilmeyi olanaksız kılar. Küreselleşme odağında kişinin tepkisizliği benimsemesi, uyaran bombardımanına uğramasının sonucudur. Postmodernist tasavvurun soyutluğunda boğuntuya getirilen insan, varoluşun yük diye hissedildiği bir tükenmişliği kendine kader olarak biçmiştir. Ekonomik insan olmak yeterlidir onun için. Nerede kaldı evrensel insan!

Soyut olana sıfır somut olana bir dersek insan var oluşunun sıfırla bir arasına sıkıştığının –aslında sıkıştırıldığını söyleyebilirim. Sıfır ve bir sözcüklerinin bir arada ilk çağrıştırdığı bilgisayardır. Bilgisayar teknolojik bir aracın adıdır. Bilgisayar belli bir amaca ulaşmak üzere tasarlanmış, buna bağlı olarak önceden belirlenmiş işlemleri yapan aracın adıdır. Matematiksel bakışla işleyişi sayısal değildir. Sadece iki sayıdan ibaret farklı bir sayı diline sahiptir. Bu sayı dili sıfır ve bir rakamlarının sonsuz öbekleşme özelliğine dayanır. Kısaca dijital (ikili) diye bilinir.

Dijitalleşme küreselliğin ve post modernizmin tümleşik sonucudur. Dijitalleşme kavramlaştırılması insana yatırıldığında nasıl bir insan gelir akla? Varoluşu yok sayan, ne ben ne de kendi olabilen insan dijitalleşmenin insanıdır. Kökü dışarıda (!) bir telefon şirketinin internete düşmüş dijitalleşme testinde dile gelen şu dört husus aynı zamanda dijitalleşme anayasasının girişidir:

1.     Çalıştığınız sektör (her sektör dijitalleşmeye uygun değildir).

2.     Çalışan sayınız (sadece insan olanlar- insanın yerine geçecek olanlar ayrı).

3.     İşinizin sürekliliği:

    a.     Dijital kanalları kullanarak potansiyel müşteri hedeflenmesi,

    b.     Ürün ve hizmetinizi dijital kanallara taşıma,

    c.     Veri odaklı hedefleme ile SMS yoluyla müşteriye ulaşma,

    d.     Uzakta çalışan ekiple veri paylaşımı,

    e.     Edindiğiniz bilgileri bulut alt yapısında saklamak.

4.     Dijitalleşen dünya hangi ihtiyaçları tanımlıyor?

    a.     Şirket ve müşteri bilgi ve uygulamasının korunması,

    b.     Gelen –giden müşteri çağrılarının uzaktan yönetimi,

    c.     İşletmede kullanılan araç ve aygıtların uzaktan denetimi,

    d.     Yüksek kapasitede ve performansta sabit internet hizmeti.

Görüldüğü üzere insan yok. Ama insan var! Teknolojiyi elinde tutan, sahip olan ve sonsuz kullananlar insan grubundaki canlılardır. Geniş bir ailedir. Çok değişik adlarla tanınırlar. Yapay zekâ yakıştırmasıyla dijitallere suç atarak gören gözlere kara çalan onlardır.

Dijitalleşme kuşkusuz ciddi bir tartışma başlığıdır. Kapitalizmin en ileri aşaması gibi gösterilse de kapitalizmin hegemonik arayışının sürmesi beklenen bir gelişmedir. Küllerinden yeniden doğacağı beklentisi söylencenin getireceği eğlenceden öte bir anlama sahip değildir. Daha şimdiden aynı teknolojiyi daha da ustalıkla kullanan, insan ve toplum tasavvurunu evrensellik, paylaşımcılık, barış içinde (neoliberal renklilikten söz etmiyorum) bir arada yaşamaya bağlamış devletler çok kutuplu dünyayı kurmuştur. Çağ değişmektedir. İnsanın özne olduğu, öznenin ben ve kendim peşine düştüğü, peşine düşerken varlığa geldiği bir dünyada özerklik, özgüllük ve özgürlük tek bir adı barındırmıyor. İnsanı tanımlayan ve her biri boyut değerinde kutuplar olarak geleceği anlatıyor.

Dijitalleşmeyi konuşurken muhalif tavrımız şu olmalıdır: İnsan olarak varlığımızı amaç haline getirirken amaca uygun edimlerimiz bize yakışanıdır. Türk insanı özelinde dil, tarih, kültür köşelerini şimdiden tutuyor olmamız tesadüf görünümünde bizi hun edecek saldırılara karşı tek çare gibi görünmektedir.

 

[1] Son ikisi bugün yoktur. ABD’nin Asya başarısızlığının öncüsü olarak anımsanması uygun ve yeterlidir

[2] Yıldırım B. Doğan: Hegemonyanın Zehirli Oku: Psikiyatri, Kuzgun Kitap, Orhangazi, Bursa, 2021

[3] Trol: Sahte sanal biz

Yapaz Zekâ