
Genel Yayın Yönetmenimiz Kuntay Gücüm ve Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek arasında 23-24 Temmuz tarihlerinde geçen diyaloğu yayınlıyoruz.
İSLAMDA VE KAPİTALİZM ÇAĞINDA MİLLET KAVRAMLARI
Kuntay Gücüm: 22 Temmuz 2025 tarihli gündem toplantısı tartışmaları hakkındaki görüşlerimi aşağıda bilgilerinize arz etmek istiyorum.
CHP’nin sağ kanat lideri ve Ecevit-Erbakan koalisyon hükümetinin bakanlarından Ali Topuz hatıralarında anlatıyor. Hükümet üyeleri sohbet ederken Ali Topuz MSP’li bakanlara, Altı Ok’ta milliyetçilik olduğunu, MSP’nin de Millî Görüş adını kullandığını, bunun da iki partinin ortak noktası olduğunu söyler. MSP’li bakanlar birbirine bakarlar; Oğuzhan Asiltürk, Ali Topuz’a döner, “Ali Bey biz milliyi İslam anlamında kullanırız” der.
Aslında Asıltürk’ün açıklaması sözcüğün kökenine uygundur. 19. yüzyıla kadar Millî sözcüğü Millet-el Muhammediye veya Millet-el İslam, Rum Milleti, Yahudi Milleti, Ermeni Milleti olarak kullanıldı. Rum Milleti sadece Yunan veya Grek olanı değil, İstanbul’daki Ortodoks Patrikhanesine bağlı olan herkesi kapsıyordu; Bulgar, Sırp, Yunan vs. Bu aidiyet hak ve yükümlülükleri belirler; o kişinin ölüm ve doğum kaydı nerede tutulacak, ne kadar vergi ödeyecek, hangi kamu görevlerinde bulunabilir, bir anlaşmazlıkta hangi mahkemeye başvuracak, nerede evlenecek, hatta zaman zaman hangi başlığı takabilir...
19. yüzyılda sözcük anlam kayması yaşadı. 1974 koalisyonundaki sosyal demokratların Millî Görüş kavramını yanlış anlamaları, muhataplarını ne kadar az tanıdıklarını gösteriyor. Bu hatıra, aynı zamanda İslamcıların sözcüğe hangi anlamı yüklediğini de anlatıyor.
Doğu Perinçek: İslamdaki millet kavramı, elbette kapitalizmle birlikte ortaya çıkan millet değil. İslam, kapitalizm öncesiydi. Millet kavramı da o dönemde dinsel topluluklar anlamına geliyordu. Örneğin Yunus Emre’nin 13. Yüzyılda dile getirdiği “72 millet” söylemindeki millet, dinsel topluluklardır.
Batı dillerindeki Latince kökenli Nation kavramı da Roma’dan beri vardı, ancak kapitalizme kadar halk anlamına geliyordu.
Tarih içinde kavramlar anlam değişikliğine uğruyor. Ulus kavramı da öyle değil mi? Ulus Moğolca kabileler topluluğu, Eski Türklerdeki Bodun (Boylar birliği) kavramıyla aynı tarihsel döneme denk düşüyor. Fakat bizim Cumhuriyetin “Dil Devrimi”nde ulus, millet karşılığı olarak kabul edildi ve CHP Programlarına girdi. Ancak dikkatinizi rica ederim, 1937 Anayasa değişikliğinde, Ulusçuluk değil Milliyetçilik kavramı yeğlendi. Millî Mücadele, TBMM, Kuvayı Millîye gibi tarihsel ağırlığı olan kavramları değiştiremezsiniz ve değiştiremediler.
Sonuç olarak Türkçede Millet, 19. Yüzyıl sonlarından başlayarak, Batıda kapitalizmle ortaya çıkan toplumu ifade eden Nation anlamıyla özdeşleşti. Böylece millet kavramı, İslam dönemindeki içeriğini yitirdi. Hatta İslamcıların çoğu açısından, muhafazakârların ise tamamı açısından millet, Nation kavramının karşılığıdır. Ancak Kuntay Gücüm Arkadaşın aktardığı anıda olduğu gibi, İslamî ideolojik konumda direten Oğuzhan Asiltürk gibiler, milletin eskide kalan İslamî dönemdeki içeriğine bağlı kalmaya çalıştılar. Ancak Peyami Safa ve Mümtaz Turhan gibi Muhafazakârlardan tutun da Erbakanlara kadar bütün Muhafazakârlar ve Millî Görüşçüler, millet kavramını daha çok hepimizin bildiği millet olarak anlıyor ve ifade ediyorlar. Ancak onların “Türk milleti”, Müslümanlığı vurgulanan bir Türk milletidir. O bakımdan Türk Devrimiyle tarih sahnesine çıkan Devrimci Milliyetçilerden farklıdırlar. Bir kısım Türk milliyetçisi de, özellikle 1945 sonrasında laikliğin önderi olan Devrimci Milliyetçi köklerden ayrılarak, “Tanrı Dağı kadar Türküz, Hira Dağı kadar İslamız” dediler. Böylece İslamî geçmişten gelenlerin çoğu ile Türkçü geçmişten gelenlerin çoğu, Türk-İslam sentezinde buluştular. AK Parti-MHP ittifakının ideolojik zemini de işte bu buluşmadır.
Ancak elbette milletin bilimsel bir tanımı vardır. Bu tanım evrenseldir. Feodalizmin tasfiyesiyle, başka deyişle kapitalizmle birlikte oluşan millî pazar temelinde, aynı toprak parçasında (ülkede) yaşayan ve genellikle aynı dili konuşan, Ortaçağ ilişkilerinden arınmış aynı demokratik kültürü paylaşan, gelecekle ilgili ortak özlemleri olan topluluğa millet diyoruz.
Atatürk’ün “Türkiye, şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar [Cemaat ve tarikat mensupları] ülkesi olamaz” saptaması, bir yönüyle millet tanımıdır, bir yönüyle de demokrasi tanımıdır. Millet de demokrasi de, tarihsel olarak Ortaçağ ilişkilerinden kurtulmuş toplumdur. İttihatçıların önderlik ettiği 1908 Hürriyet Devriminin ve Kemalist Devrimin bağımsızlık yanında ağalıktan, beylikten, paşalıktan kurtulma programı, millet olma ve demokrasiyi kurma programıdır. Ortaçağ bağlarından kurtulamamış olan akımların bu programa direndikleri biliniyor, ama bir yandan da bu devrimci programın etkilerinden kurtulamıyorlar. Çünkü tarihsel sürece direnilemez, fakat sürüklenilir. Kuntay Arkadaşın İslamcı ve Muhafazakârlarla ilgili saptamaları, işte bu sürüklenme olayıyla bağlantılıdır. Sürüklenmeyi reddedenler de var, ancak onlar tarihin dışındaki mekânlarına kazık çakıyorlar. Türkiye’de bir takım yobaz grupların durumları böyledir.
AK PARTİNİN MİLLİYETÇİLİĞİ
Kuntay Gücüm: AK Parti’nin İslamcı olduğunu düşünmüyorum. AK Parti’yi muhafazakâr olarak sınıflandırabiliriz. Ama muhafazakârlığın Ahmet Cevdet Paşa’dan başlayan ve İslamcılıkla iç içe geçmiş bir tarihi ve temeli var. Yine de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “yerli ve millî” derken neyi kastettiği sorulsa, Asıltürk ile aynı cevabı vermeyecektir; belki soran tarikat mensupları ise politik nedenlerle cevap biraz kayabilir.
Fakat AK Parti tabanında hiç de azımsanamayacak bir kesimin MillÎ sözcüğünü Asiltürk ile çok yakın algıladığını, büyük bir kesiminde ise Millet sözcüğünde ümmet ile ulusalın iç içe geçtiğini ve bilinçlerde millî ve ümmetin yeterince ayrışamadığını düşünüyorum. O yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, önceden çok önemli açıklamalar yapacağı duyurulan 12 Temmuz Cumartesi günkü konuşması, bazı AK Partililerde farklı şekilde büyük heyecan yarattı.
Sınırlarla rejimler arasında bağ olduğunu inkâr edemeyiz. Örneğin Balkan Savaşları öncesinde hiçbir Osmanlı Hükümetine Milliyetçilik paradigma olarak kabul ettirilemezdi. Balkan ulusallıklarının başarısı Türk Milliyetçiliğinin de önünü açtı.
Doğu Perinçek: Kuntay Gücüm Arkadaş haklı. AK Parti liderliği Millet dendiği zaman, Milliyetçilerle aynı kavramı anlıyor. Ancak onların milleti, Ortaçağ ilişkileriyle bağlarını tam koparamamış olan bir millettir. Hâlâ Türk Devriminin tamamlanması sürecindeyiz.
Öte yandan AK Parti, ümmetten de vazgeçemiyor. O zaman İslamî ideolojiden vazgeçmiş olur. Yalnız AK Parti liderliğinin Ümmetçiliği, Hz Muhammed’in Ümmetçiliğiyle aynı tarihsel konumda değil. 7. Yüzyılda Arap Yarımadasındaki Ümmetçilik, kabililer arasında soygunlara ve savaşlara son vermekti. Ümmet, Arapçada âm, yani halk sözcüğünün çoğulu, halklar anlamına geliyor. Hz. Muhammet, kabile kimliğinin yerine İslam Ümmeti yani halklar kimliğini getiriyor, kabileler arası yağma ve savaşlara son veriyor, bu devrimle büyük bir ticaret uygarlığının yolunu açıyor. Bu amaçla bedevileri devletli hale getiriyor. İbn Haldun’un Bedevî Toplumdan Ümran Toplumuna geçiş diye teorileştirdiği olay yaşanıyor. Asabiyye bağının (kanbağının) yerini sınıfsal bağımlılıklar alıyor. Eski Türklerin İskitler, Hunlar, Sienbeiler, Göktürkler ve devamında, MÖ 1000’den MS 1000’e kadar yaşadıkları süreç de budur. Orhon Yazıtları’ndaki Bodun (Boylar birliği) ile Ümmet aynı tarihsel süreçlerin kavramlarıdır.
TÜRKİYE’DE MİLLÎ DEVLET VE MİLLETLEŞME SÜRECİ
Kuntay Gücüm: Türkiye, 1918’den 1920’ye kadar “İmparatorluğa devam mı tamam mı” sorusunu tartışmıştı. Mısak-ı Millî ile Türkiye “imparatorluğa tamam” kararını verdi. Misak-ı Milli’nin Doğu sınırını çizen birinci maddesi tek cümleye şu şekilde indirilebilir: “Araplar dışındaki Müslümanların çoğunluk olduğu yerler bizimdir.” Bu coğrafi değil beşeri bir sınır ve bir rejim, aynı zamanda toplum tarifi.
Cumhurbaşkanının açıklamaları, Suriye ve Irak’ın bazı şehirleri için kullanılan sahiplenici ifadeler, kısa vadede siyasal sınırların olmasa bile fiili egemenlik alanının genişletilmesinin arzulandığını düşündürüyor. Suriye’de fiili bir egemenlik alanı, AK Parti’ye önderlik eden sınıflara reddedilemeyecek bir olanak gibi görünmüş olabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Temmuz 2025 konuşmasının AK Parti tabanının bir bölümünde yarattığı heyecanla birlikte değerlendirildiğinde, insan, acaba şu tartışmayı mı yapmaya başladık diye sormaktan kendisini alamıyor: “Mısak-ı Milliye tamam mı devam mı?”
Doğu Perinçek: Yakın tarihimizde Sultanlıktan Cumhuriyete geçiş ile Osmanlı tebasından Millete geçiş konusu 1850’lerden başlayarak tartışıldı. Hatta 1789 Fransız Devrimi döneminde bile bu tartışmanın başladığı biliniyor. III. Selim döneminde Fransız İhtilalinin yolundan giden Cumhuriyetçiler zındıklıkla suçlanıyordu. Yusuf Akçura, 20. Yüzyılın başında Üç Tarz-ı Siyaset’te çarpışan çözümleri İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük başlıklarıyla özetledi. Kaçınılmaz çözüm, Milliyetçilikti ve Milletti. Mustafa Kemal, 1907 yılında Misak-ı Millî’yi belirledi: Türklerin çoğunluk olduğu topraklarda bir millî devlet kurulacaktı. Balkanlardaki ve Arap coğrafyasındaki topraklar, sahiplerine bırakılacaktı. Talat Paşa, ‘Bu önerini ortalıkta söyleme seni kurşuna dizerler’ diye Mustafa Kemal’i uyardı. Ama Devrimci Milliyetçilerin kafasındaki çözüm buydu. Erzurum ve Sivas Kongreleri ve 1920 Ocak ayında Meclisi Mebusan’da kabul edilen, Mustafa Kemal’in tasarladığı çözüm hep aynı formüldür. Bu metinlerdeki “İslamî unsurlar”, Türkleri ve Kürtleri kapsıyordu. Türk Devriminin Millet tanımı, Türkleri ve Kürtleri kucakladı. Kaynaşma ve bütünleşme bu yoldaydı. Kuntay Gücüm arkadaşımızın “coğrafî değil beşerî sınır” dediği sınır, Birinci Cihan Savaşı sonunda Türk askerinin süngüsünün belirlediği sınırdır. O sınır, süngüyle belirlenmiştir, coğrafîdir ve beşeridir. Beşer unsuru, bugünkü dille insan unsuru Türk ve Kürttür. Birlikte bir millet oluşturmaktadırlar. O milletin adı da Türk Milletidir.
Şimdi AK Parti liderliği, acaba Misak-ı Millî’nin ötesinde yeni bir sınırın mı peşindedir, soru bu.
AK Parti, iniş halinde ve bu gidişle Türkiye’yi tek başına yönetemeyecek. Bu gidişe çare arıyorlar. “Terörsüz Türkiye” bir çare, ama iktidarı elde tutmaya yetecek mi? Ecevit, Kuzey Kıbrıs’ı aldı, fakat iktidarı kaybetti.
AK Parti, iktidar sorununa sınırları büyüterek çözüm bulmak isteyebilir. Elinden gelirse bunu yapar. Ancak bu çözüm, neresinden baksanız Arap dünyasını, İran’ı ve Asya’yı karşısına alır ve Türkiye’yi Atlantik mevzilerine savurur. AK Parti, böyle bir maceraya ancak askerle girebilir. Ancak AK Parti, asker karşıtlığından bir türlü kurtulamıyor. Devlete hükmettiğini de sindiremedi. Devamlı “vesayet” söylemleri ve Sivil Anayasa teraneleriyle Devlete şüpheyle bakan bir mevzide bocalayıp duruyor. Bunlar genişleyen sınır projesiyle uyumlu değil.
TÜRKİYE’NİN GENİŞLEMESİ GÜNDEMİ
Kuntay Gücüm: Türkiye’nin egemenlik alanını Mısak-ı Millî sınırlarının ötesine genişletmesinin, Mısak-ı Millî toplumunun sorgulanmasını beraberinde getirmesi muhtemeldir; ama mutlaka ABD’nin planlarına teslim olma anlamına gelmeyebilir. Türkiye, egemenlik alanını İsrail hatta ABD’ye rağmen de genişletebilir. Hem bölgesel hem de bölge dışı güçler bu durumda Türkiye ile ilişkilerini yeniden düzenleme ihtiyacı duyacaktır. İsrail bunu kendisine karşı bir saldırganlık olarak algılayabilir. Nitekim İsrail’e karşı Erdoğan, Ahmet eş-Şara, Öcalan ittifakı pratik bir gerçek. Trump yönetimindeki ABD ise egemenlik alanı genişleyen Türkiye’yle uyumlu siyaset arayışını girebilir ya da Türkiye ABD’yi bu yönde zorlayabilir. Amerikalı diplomatın Osmanlı Milletler Sistemine atıf yapması bu açıdan anlamlıdır. Diğer taraftan genişleme hevesi, İran başta olmak üzere nesnel müttefiklerle Türkiye’yi karşı karşıya getireceğinden, bu durumun da sonuçlarının yaşanması kaçınılmaz olur.
Türkler, Araplar ve Kürtler arasında ittifak, millî sınırlar dışında egemenlik alanını işaret ediyor olmalı. Millî sınırlar içinde Türk, Arap, Kürt ittifakı, baştan ulusu parçalamak anlamına gelirdi. Bu durumda son dönem mesajlardaki vurguların bölgeye yönelik olduğunu kabul etmeliyiz.
12 Temmuz konuşmasının AK Parti tabanında nasıl algılandığını gösteren bir örnek vermek istiyorum. AK Parti milletvekili Yücel Arzen Hacıoğulları konuşma üzerine sosyal medya hesabından tek cümlelik şu paylaşımı yaptı: “Birinci Dünya Savaşı şimdi bitti.” Paylaşım Lozan Anlaşması’nın, Milletvekili tarafından Birinci Dünya Savaşını bitiren anlaşma olarak görülmediğini gösteriyor. Aynı zamanda daha öte anlamı da var.
İmparatorluk Hükümeti 1918’de barış isterken, bu isteğin peşinden nüfus istatistiklerini de gönderdi. Çünkü herkes savaş sonrası sınırların meşruiyetinin milletler prensibine dayanacağını biliyordu. Türkiye, MillÎ Mücadele ile kendi ulusallığını Mısak-ı Millî sınırları üzerinden emperyalizme silahla dayattı. Bu çözüm, emperyalizmin Milletler Prensibiyle birleşmek anlamına gelmiyor; aksine onu bölgesel düzeyde de olsa yıkmak anlamına geliyor. Aksini söylemek, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında geçerli olan Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkının Wilsoncu ve Leninist yorumlarının aynı olduğunu söylemeye benzer.
Hem Türkiye’nin ulusal talepleri Lozan’da gerçekleşti hem de Doğudaki sorunlar değil ama Doğu Sorunu tasfiye edildi. Lozan Konferansının tam adı “Yakın Doğu Sorunları Hakkında Lozan Konferansı” idi. Bu barış, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarına dayanan ulusallığın çözümüydü. “Birinci Dünya Savaşı şimdi bitti” paylaşımı, Doğu Sorununa ulusallığın ötesinde çözüm olanağı doğduğuna ilişkin umudu gösteriyor. Bu da bölgenin yeniden düzenlenmesini talep etmek anlamına gelir.
Buradan hareketle şu sonuca varabiliriz. AK Parti’nin milletvekillerine kadar uzanan bir kesiminde ulusal toplumun ötesinde bir toplum arzusu var ve bu arzu kaybedilmiş imparatorluğa duyulan özlemle de destekleniyor.
Millî Devlet gerçeğini, tartışma masasında kimse inkâr etmeyecektir. Fakat ulusal devlet ancak ulusal toplumla, toplumun ulus olarak örgütlenmesiyle mümkün olabilir. AK Parti tabanında ve belli ölçülerde yönetiminde ulusal toplum tartışmalıdır. Bizim de onlarla ulusal toplumu tartışmamız gerektiğini düşünüyorum.
Doğu Perinçek: Sınırları büyütme çözümü, yukarda da belirttiğim gibi, ancak Atlantik sistemiyle birlikte olur. Arap dünyasını, İran’ı ve Asya’yı karşısına alan bir çözüm, ABD’nin kucağına düşer. ABD yetkilileri de “Osmanlı millet sistemine” gönderme yaparak, Türkiye’yi bu tuzağa çekiyorlar. AK Parti için ABD’ye rağmen sınır büyütme şansı yoktur.
Bugün 24 Temmuz 2025, Lozan’ın yıldönümünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lozan konusundaki resmî açıklamasında eleştirel olarak nitelenebilecek herhangi bir görüş ya da üstü kapalı ifade yok. Aksine Lozan’a Kemalist söylemi tekrar eden bir sahip çıkma var.
BÜTÜNLEŞME SÜRECİ
Kuntay Gücüm: Öcalan’ın açıklamalarıyla başlayan sürecin içinde olmamız gerektiğine inanıyorum. Zaten Parti, çok önemli konuma sahip olduğunu sürecin taraflarına da kabul ettirdi. Sürecin dışında bir Türkiye yok. Türkiye’ye iyisi de gelse kötüsü de, sürecin içinden gelecek. Sürecin dışında sadece ırkçılık ve Türkiye’den vazgeçmek var. Hiçbir süreç tek olasılıklı değildir. Herkes bu süreci bir yerlerinden çekiştirecektir; AK Parti bir yerinden, MHP ona yakın bir yerinden, DEM Parti başka bir yerden vs. Bütünleşme Süreci tarifi de sürece yapılmış en önemli müdahalelerdendir.
Sürecin nereye varacağını bu mücadeleler belirleyecek. Diğer taraftan bir şey kesinleşmiş gibi görünüyor: Süreç Türkiye’yi yeniden şekillendirecek. Bu şekillenmenin Toplumda ve Millette Bütünleşme yönünde olabilmesi Vatan Partisi’ne bağlı ve bizim programımızdır.
Doğu Perinçek: Kuntay Gücüm arkadaşımızın bu görüşlerini paylaşıyorum. Türkiye, Bütünleşme stratejisine yoğunlaşarak ve Üretim Devrimini başararak, Millî Demokratik Devrimi tamamlar. Bunu başaramazsa, belirsizliklere yuvarlanır.
SÜREÇ NEREDE DÜĞÜMLENİYOR
Kuntay Gücüm: Süreç içinde hep düğümün Suriye’de olduğu, oradaki gelişmelerin Türkiye’deki süreci de belirleyeceği söylendi. Ben aksi tezi ifade etmek istiyorum: Türkiye’nin Yeni Anayasa süreci, Suriye’nin de kaderini belirleyecek. Her şey, hem Suriye hem Türkiye için, Türkiye’deki Yeni Anayasa tartışmasında düğümlenebilir. Bu tartışma aynı zamanda sürecin nasıl bir Türkiye biçimlendireceğini de tayin eder.
Doğu Perinçek: Yeni Anayasa şu anda muamma. Şahsen AK Parti’nin nasıl bir Anayasa planladığı konusunda berrak değilim. Bu konunun aydınlanmaya ihtiyacı var. Anayasaya ne eklenecek de, sınırların ötesine geçilecek? Türk-Kürt ortaklığı mı yoksa Kürt kimliğinin Anayasaya konması mı, bunlar Türkiye’ye güç kazandırmaz, iç cepheyi böler ve sınır ötesi planları da olumsuz etkiler.
Suriye’nin kuzeyine askerî müdahale ise, bugün çok somut, Bütünleşme süreci açısından gerekli ve başarı vaat eden bir uygulama olur. AK Parti için de iktidar konumunu güçlendirecek biricik seçenektir.
SİVİL ANAYASA TEZLERİ
Kuntay Gücüm: Sivil Anayasa isimlendirmesindeki Sivil sözcüğünün acaba devlet değil ulus dışılığı mı ifade ettiğini sorgulamalıyız; ya da orta vadede ulus dışına evrilmeye açık bir anayasayı.
Doğu Perinçek: AK Partinin “sivil”den kastı, asker düşmanlığı, askeri vesayet karşıtlığı üzerinden, aslında İttihat Terakki ve Kemalist Devrim karşıtlığı.
Bilindiği gibi, Civile (sivil) kavramı, Roma’dan bu yana Devlet dışı alanı ifade ediyor. Roma ve Bizans, bizim Medenî Hukuk dediğimiz vatandaşlar arasındaki ilişkileri, başka deyişle devlet dışı alanı düzenleyen hukuka Juris Civilis diyorlardı. Doğu Roma imparatoru Justinien Corpus Juris Civilis başlıklı bir Medenî Kanun çıkarttı. Siyaset Biliminde Politik Toplum-Sivil Toplum ayrımı bu köklerden gelir.
Her yerde olduğu gibi Türkiye’de de millî devleti ve milleti oluşturma süreçleri birlikte yürüdü. Millî devlet, milleti oluşturdu. Dolayısıyla milleti oluşturmak, saltanatları yıkan millî devrimle oldu. AK Parti’nin sindiremediği olay, budur, yani millî devrimdir. Çünkü o devrim, padişahı yıktı, şeyhliği vb, başka deyişle Ortaçağ ilişkilerini tasfiye etti. Bu tasfiye, onlara göre “yukardan”, yani devrimle oldu. Devrim, onların sivil toplumunu, başka deyişle şeyhliği, ağalığı, tarikatları vb temizledi. Bu nedenlerle Sivil Anayasa yıkılmış olan eski toplumu getirebilme girişimidir. En azından önümüzdeki devrimci çözümleri önleme planıdır.
Sivil Anayasa, devlet karşıtlığında, asker karşıtlığında odaklanıyor. AK Parti’nin çıkmazı burada. Askersiz hangi sorunu çözdü ve çözecek?!!! 15-16 Temmuz 2016 Darbe girişimini Türk Ordusu bastırdı. Bu gerçeği bile anlamak istemediler. Renkli kalkışmalar hangi güçle önlenecek? Suriye’nin Kuzeydoğusuna Cemaat müritleriyle mi girilecek?
AK Parti’nin Sivil Anayasa söyleminin “devlet dışılıkla değil, ulus dışılıkla” ilgili olduğunu sanmıyorum. Çünkü ulus dışılık AK Parti’nin işine gelmez. Anayasada bu yönde değişiklikler, AK Parti’nin tek dayanağı olan güvenlikçi imgesini de sarsar.
ÖCALAN’IN DEVLETSİZ TOPLUM TEZLERİ
Kuntay Gücüm: Öcalan uzun süredir Demokratik Modernite, Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Toplum tezlerini savunuyor. PKK Kongre konuşmalarından anlaşıldığına göre bu tezler tasfiye edilen PKK’nın yöneticileri tarafından da en azından söylem düzeyinde sahipleniliyor. Aslında bu tezlere “yeni Apocu anarşizm” de diyebiliriz. Kaynağında ABD ve Avrupa anarşizmi var. Aynı zamanda, bazı çevrelerde çok sevilen bir ifade ile post-national toplum projesidir. Post-national olanın pre-national yani ulus-öncesi toplum tasavvurlarıyla birleşmesi hiç de zor olmuyor; ümmet tartışmalarını bu açıdan da görebiliriz.
Size şu fikrimi sunmak istiyorum: Anayasa sürecinde en büyük tehlike muhafazakârlık ile yeni Apocu anarşizmin kesişme noktalarından gelebilir. Bu tehlikeler önlenemez değildir ama risktir. Risk gerçekleşirse Ulusötesi Türkiye kurgusu sürece hakim olabilir; önlenirse Bütünleşen Türkiye hayata geçer. Riski önlemek, Sayın Cumhurbaşkanının veya Sayın Öcalan’ın süreçte etkin olmalarını önlemek anlamına gelmiyor; ama ulusallığın yıkımında yer almamaları anlamına geliyor.
Doğu Perinçek: Apo, devletsiz toplum anlamına gelen görüşleriyle ütopyalara daldı. Tarih dışına düştü. Bunun kişisel bir bunalım olduğu kanısındayım. PKK fesholunca ve silah bırakılınca bir tür dervişlik yoluna girdi. Uzlete çekilir gibi bir olay. Bu ütopyaların toplum içinde etkili olma şansı yok. Dolayısıyla Muhafazakârlıkla buluşma olasılığını da göremiyorum. Tayyip Erdoğan ulusallığı yıkacak bir sürece giremez.
ÖCALAN’IN DEVLETSİZ TOPLUMU ROJAVA’DA OLUR MU
Kuntay Gücüm: Öcalan’ın devletsiz, komünlere dayanan toplum tezleri ütopik; belki sadece emperyalizmin silahının gölgesindeki “Rojova” dedikleri bölgeden bazı örneklemeler yapılabilir; o bölge dışında gerçek olamayacak ve emperyalizmin koruması kalktığında o bölgede de kendiliğinden ortadan kalkacak bir yapı. Fakat, Öcalan’ın anarşizmi gerçekçi olmasa da, yeni anayasa yazım sürecinde önemli sonuçlar yaratabilir.
Doğu Perinçek: Ütopik denemeler hele “Rojava”da hiç olmaz. Oralar fantazilerin geçerli olamayacağı savaş alanları.
BAHÇELİ’NİN CUMHURBAŞKANI YARDIMCILARINI
ETNİK VE MEZHEPSEL KİMLİKLE TANIMLAMASI
Kuntay Gücüm: Bahçeli’nin tartışılan açıklamalarının hangi cümlelerle ve hangi bağlamda söylendiğini bilmiyoruz. Yine de açıklamaları Anayasa tartışmaları dışında değerlendirmeyi mümkün görmüyorum.
Muhafazakârlığın Ahmet Cevdet Paşa’dan başlayan, sosyal demokratlarınkinden daha köklü ve derinlikli entelektüel tabanı var. Türkiye’nin önündeki süreçte Partinin rolünü oynayabilmesi için hem sürecin muhataplarıyla ilişkilerimizi ilerletmemiz, hem Muhfazakarlık ile Öcalan’ın tezleri hakkındaki bilgimizi derinleştirmemiz, hem de onlarla özellikle ulusal toplum üzerine kendi fikirlerimizde ısrar ederek tartışmamız gerekiyor. Topluma da gerekli uyarılar bu tartışmalar içinden yapılabilir. Vatan Partisi’nin bu tartışmada AK Parti’nin, MHP’nin, CHP’nin Millî unsurları ve hatta tasfiye edilen PKK tabanı üzerinde önemli kazanımlar elde edebileceğine inanıyorum.
Doğu Perinçek: Katılıyorum.
MİSAK-I MİLLÎ’Yİ SAVUNMAK
Kuntay Gücüm: Misak-ı Millî’yi ısrarla savunmamız gerektiği görüşündeyim. Misak-ı Millî’yi savunmak, Cumhuriyet Devrimini savunmaktır. Bu tartışmada muhafazakâr partiler ve Demokratik Modernite taraflarları içindeki Mısak-ı Millî eleştirisinin kendisini açıkça ortaya koymasına imkan vermeliyiz ve bu eleştiriyle cesurca mücadele etmeliyiz.
Önümüzdeki dönemde, “21. yüzyılda ulusal toplum ve ulusal devlet” tartışmasının yoğun olarak yaşanacağına inanıyorum.
Doğu Perinçek: Misak-ı Millî’yi savunmayı, günümüz koşullarında Millî Devleti ve Millî Bütünleşmeyi savunmak olarak formülleştirmekte yarar var. Halk Misak-ı Millî nedir tam bilemiyor. Konuyu bir tarih tartışması gibi değil, Devlette ve Millette Bütünleşme stratejisi kapsamında işlemeliyiz.
- Log in to post comments