Netflix, AŞK 101 ve distopya

Kuntay Gücüm
Teori Genel Yayın Yönetmeni

“Gezegenimiz yalnızca bizi dışarı atarak hayatta kalmaya çalışıyordu.”  

(Netflix orijinal yapımı IO adlı distopik filmin giriş sahnesinden)

***

AŞK 101’in hikâyesi bilgi yarışmasının sabotajıyla başlıyor; birinci sezon finalindeki suç ise okulun bilimle en doğrudan ilişki kurduğu yer olan laboratuvarın yıkımı. İki ucu bilgi-bilim yıkıcılığında bağlayanın ne olabileceği üzerine düşünmek, neredeyse bütün gelecek tasavvurunun distopya olarak karşımıza çıktığı bir platformun ideolojisini anlamak için faydalı olabilir. Bilgi yarışması ve laboratuvara karşı eylemin, öğretmenlerin aşk hayatına müdahalenin gölgesinde kalması, bu bağlantıyı gözlerden kaçırmamalı.

Netflix yapımlarında suç temellinde bir araya gelen ve güçlü bir dayanışma geliştirebilen grupların maceraları öne çıkıyor: La Casa de Papel, Trinkets, AŞK 101 vs…

Suç gruplarının varlıklarını sürdürebilmeleri, grup içi dayanışmanın gücüne bağlıdır. Mafya içinde feodal ilişkilerden de referans alan sadakat ritüellerine, televizyonların Türk mafya dizilerinde de rastlayabiliyoruz. AŞK 101, suç ortaklığı ve bu ortaklığa gösterilen sadakati, izleyicinin kahramanlar hakkındaki algılarını şekillendirirken ustaca kullanmış. Netflix gençlik yapımlarının çoğunluğu 17 yaşındaki gençlerin lise hayatını anlatıyor (neden üniversite değil de lise, bu da bir sorudur). O yaş grubunda, grup içi dayanışması çok daha etkileyici. Fakat AŞK 101’deki ideolojiyi anlayabilmek için bakmamız gereken yer grup içi ilişki değil, grubun toplumla ilişkisi.

Kahramanlarımız hayatlarının en mutlu gününü sandalda, boğazın ortasında geçirirler; şehir içinde toplumdan en uzak olunabilecek noktada, küçük bir mekânın içine sıkışmış şekilde. Parlak zekâsını kullanan Sinan, hocalarını “bir araya getirmek lazım” olduğunda, bunu konser alanının tuvaletinde, “mümkün olan en dar çerçeveye sıkıştırarak” yapmıştı. Kapıyı kırarak çıkmak tek başına planın yürümesini engellemez. 

Sandal sahnesinde Eda, fon müziğinin “hadi keyfine bak, bu hayatı yaşa” mısraları eşliğinde elindeki şişeyi kaldırarak, “belki de bu son harika gecemizdir” diyor. Işık da o geceden sonra doğum günü kutlamadığını, çünkü anlamsız geldiğini söyleyecektir. Sandal sahnesi, mutluluğu sıkıştırılmış yaşamlarda arama önermesidir.

AŞK 101 kahramanları, İstanbul’un en işlek noktalarından biri olan köprü altında buluştuklarında da, hiç kimsenin geçmediği bir noktayı kullanıyorlar; köprü altında bile toplumun dışında kalmayı başarırlar.

Toplumsal yaşamın kuytularının idealleştirilmesi ve insanların oraya yönlendirilmesi, hayatın dışına atılması, dar çerçeveye sıkıştırılması AŞK 101’e özgü değil ve liberalizmin insan tanımıyla ilgili. Netflix orijinal yapımlarında yaşamı sadece dar bir mekâna değil, tek bir sözcüğe veya ana sıkıştırmaya çalışan vurgulara da çok sık rastlanıyor. Never Have I Ever adlı Netflix orijinal yapımı dizide, liseli kız ailesine eşcinselliğini açıklamaya çalışırken anlatıcının şu cümlelerini duyuyoruz:

“- Hadi Fabiola, yapabilirsin. Bir kelime daha.”

Fabiola başaramadığında da aynı ses şu tepkiyi veriyor:

“- Anı bir başka anda yakalarsın artık.”

“Gezegenimiz yalnızca bizi dışarı atarak hayatta kalmaya çalışıyordu” iddiası, animizmdir. Animizm insanın doğayla kurduğu ilişkinin ilkel evrelerine ait; fakat gelişmeyi frenlemeye çalışan sınıflar için, eylemini doğanın iradesiyle açıklamak kullanışlı bir yöntem olabiliyor.

Gezegenimiz değil ama bir sınıf, insana ait olanı dışarıya atarak hayatta kalmaya çalışıyor.

TAU adlı Netflix orijinal yapımı, “yapay zekâyı üreten, seni denek olarak kullanıyor, özgürlük için yık onun evini” mesajı üzerine kurgulanmış. Bu mesaj, Amerikan bilimkurgu sinemasında ender rastlanan bir senaryo değildir. Hatta son on yılların süper kahramanları olan Sarah Connor’ın, Morpheus’un vs. Amerikan tekelci sermaye ideolojisinin ürettiği, yapay zekâya ve gelişmeye karşı savaşan çağdaş luddite kahramanlar olduğunu söyleyebiliriz. Serinin ikinci filminde Sarah Connor’ın, bilgisayar fabrikasına sabotaj düzenlerken yakalanıp hapsedildiğini, dünyanın geleceği hakkındaki tezleri nedeniyle kötü adamlar tarafından akıl hastanesine yatırıldığını öğreniyoruz.  

Sarah Connor’a hasta teşhisi konulmasına neden olan o distopya, bir sınıfın distopyası; distopyanın sahibi olan sınıfın aydınlanmayla derin bir çelişkisi var. Netflix orijinal içerik filmlerinden Annihilation/Yokoluşta fenerden başlayıp genişleyen bir parıltı (shammer), “her şeyi değiştiriyor, yeni bir şey yapıyor.” En sonunda Amerikan ordusunun yok oluş olarak tanımladığı ışığın yayılması, feneri yok ederek durdurulur ve dünya kurtulur. Oysa Eski Ahit’teki Yaradılış Efsanesinde bile Tanrı birinci gün ışığı yaratmış ve onu karanlıktan ayırmıştı.

Teori dergisinin son birkaç yıllık sayılarında, Netflix yapımı bilimkurgularda da ortaya çıkan teknoloji ve yapay zekâ düşmanlığının hangi sınıfların çıkarlarına dayandığını inceleyen çok sayıda makaleye yer verdik. “Alkolizm, kumar düzenekleri kurmak, yasadışı gıda satışı veya öfke kontrolü senin özrün değil özgünlüğündür, koru onu” mesajı da, aynı sınıflardan geliyor. (Kerem tüm okulun önünde kürsüden “ben buyum” derken sanki liseli yakışıklı isyan lideri gibidir.)

Uzun süredir diziler, günlük yaşamımız üzerinde önemli etkiye sahip. Sinema filmlerinin değil ama dizilerin kent yaşamını durma noktasına getirebileceğine şahit olduk. Amerikan menşeli dizileri takip etmenin üst orta sınıflara ait statünün parçası olarak algılanması Netflix’in yaygınlaşmasından önce başlamıştı. Fakat Netflix bu algıda bir üst aşamayı temsil ediyor, bunu da kapsadığı kitle ve yaş grubunu genişleterek yapıyor.

Netflix orijinal içerik dizilerinden Atypical’da, liseli kızın eşcinsellikte karar kılması ile heteroseksüel ebeveynlerinin ilişkisindeki itaatsizlikten kaynaklanan krizinin aşılması aynı ana denk gelir. Çelişkili görünen iki adımın peş peşe getirilmesi, kurguda Netflix’in ideolojisinin çözümünü sunan sahneyi oluşturuyor. Koronavirüs günlerinde her şeyden daha fazla liberal kapitalizmin çöküşü konuşuldu; en fazla izlenen ise liberal yayıncılığın merkezine dönüşen Netflix oldu. Demokratik devrimi ilerletmek isteyenlerin, bu çelişkinin çözümü üzerine düşünmeleri gerekiyor.  

Netflix geleneksel televizyon yayıncılığından daha gelişmiş bir araç. Onunla, daha geleneksel olana dönerek mücadele edilemeyeceğinden, olanakları Netflix’ten etkin kullanabilen devrimci ve yaratıcı seçeneklere ihtiyaç var.

Netflix, Atlantik sistemi içinde ortaya çıktı. Atlantik merkezli küresel liberal ağın karşı tezi, Kuşak Yol Projesi. Kuşak Yol sadece lojistik bir yatırım değil; aynı zamanda yeni bir uluslararası işbirliği projesi. Kültür, bu işbirliğinin önemli bir parçasını oluşturacak. Netflix’in demokratik alternatifi de Kuşak Yol Projesi içinde üretilebilir. Sosyal medya araçlarının ve yayın platformlarının, küresel mücadelenin dışında kalmaları mümkün değil.

Günümüzde üretim standartları kamu tarafından daha önce olmadığı kadar denetleniyor ve bu mevzuatın genel başlığı Tüketicinin Korunması Hakkında Mevzuat. (Dijital Çağ Yayıncılığında Standart ve Denetim konusunu bu sitede yayınlanan başka bir yazıda incelemiştim: https://teoridergisi.com/makale/dijital-cag-yayinciliginda-standart-ve-denetim) Yayıncılık da diğer alanlar kadar kaliteyi hak ediyor. Standardizasyon, üretimin sınırlarını değil asgari kaliteyi belirler.

Standardizasyona ilişkin düzenlemelerin üretimi baltalaması değil geliştirmesi, objektif olması, her okuyanın aynı şekilde anlaması, uygulanabilir ve denetlenebilir olması, suiistimale açık olmaması vs. gerekir. Yayıncılık alanında bunları gerçekleştirebilecek standardizasyon uygulaması sanayi ürünlerindeki kadar kolay değil. Diğer taraftan dijital olanakların gelişmesi içerikte kalite ihtiyacını arttırdı. Kalitenin nasıl korunabileceğinin tartışılmasına ihtiyaç var. Victor Hugo devrimler dönemindeki Paris’i, “uygarlık bazen yediklerini hazmedemezdi, o zaman bataklık şehrin boğazına yükselirdi ve Paris’in ağzından berbat kokular çıkardı.” diyerek tasvir eder. Emperyalizm insanlığa hazmedilemeyecek bir kültür dayatıyor; denetimin dışlandığı bir sistem berbat kokular çıkartabilir. Mevcut haliyle Netflix’te kötü içerik iyi içeriği kovuyor; daha yüksek kaliteli yapımlar liberal ideolojinin kendisini en fazla gösteren yapımların gölgesinde kalıyor.

Netflix kâr amaçlı bir kuruluş; ürünlerini ancak alıcısı varsa pazarlamaya devam edebilir; bu şekliyle varlığı liberalizmin ideolojik etkisinin sürdürülebilmesine bağlı. Yapımcılar Netflix’ten bütçe almayı kolaylaştırdığını düşündükleri sürece eşcinsellik temalı projelere ağırlık vermeyi sürdürecek, Netflix’i yönetenler de izleneceğini bildiğinde bu yapımlara daha fazla bütçe ayırmaya devam edecek, mali sermayenin mabedi borsa hayatın rol modeli olarak kaldıkça “anı yakala” çağrısı heyecan yaratacaktır. Netflix’in yaşayabilmesi için liberalizm, Netflix’in orijinal yapımı Snowpiercer dizisindeki tren gibi yoluna durmadan devam edebilmeli, hatta trenin yavaşlaması bile içerdeki düzene zarar verebilir.

Netflix’e karşı mücadele her şeyden önce ideolojik bir mücadele olmak zorunda. Teori dergisi, Netflix ve ideolojisini masaya yatıracak.

İdeolojiler
Etiketler
distopya