"Sosyal medyama dokunma" seferberliği

Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı Doğan
Teori Yazı Kurulu Üyesi

Öncül not      

Sosyal Medyanın ideolojik bir savaşım olduğu kabulü kimilerince paylaşılmayabilir. Paylaşılmaması tartışmada gözlenen anlam oluşumunun çarpıklığını getirmez. Teori dergimizin geçen sayılarından birinde kapak konusu olan Netflix odaklı irdelemelerin ortak ayracı ideolojidir. Biz bu yazımızda da, aynı noktadan devam ederek, Sosyal Medyayı inceleyeceğiz.

Giriş

İdeolojik savaşımın geçtiği yer doğal çevre değil, evrimin toplumdaki izdüşümü olan kültürdür. Kültür, yalnızca yüzey sahibi değildir. Derinliğe sahiptir. Üç boyutludur. Zaman değişkeninin kültür bahsindeki önemi dikkate alındığında dört boyutlu devingen bir yapıdan söz ediyoruz. Dolayısı ile kültürü karşısına alan bir saldırı ancak ideolojik nitelikli anlaşılırsa baş edilebilir. İdeolojik savaşım, tüm başka savaşlar gibi sınırlı kavgalaşmalar içerir. Bu kavgalaşmalar kimi zaman bir tepe kimi zaman bir dağ kimi zaman bir köprü kimi zaman bir geçittir. Muharebe adını alan bu sınırlı savaşlar, savaşımın tamamlayıcı ögeleridir. Bu bakış açısı ile Tivitır, Feysbuk[1] ideolojik savaşımın muharebeleridir.

Neyin seferi, nasıl bir seferberlik?

Seferberlik sözcüğü yerine kampanya sözcüğünü kullanmış olsaydım, okurlar arasında olmadığına inandığım kimileri rastsal da olsa yazıya yakın geleceklerdi. Türkçesi anlamını eksiksiz karşıladığı için anadilimdeki sözcüğü yeğ tuttum. Ali Püsküllüoğlu, Arkadaş Yayınlarından çıkan Türkçe Sözlüğünde seferberlik için iki tanım verir. Bu tanımlardan biri, “ülkenin ekonomisini savaşa hazır duruma getiren, yönetimini savaş gereklerine uyacak duruma sokan hazırlıkların ve önlemlerin tümü” şeklindedir. Diğeri ise “bu önlemlerin sürdüğü dönem” için kullanılan adlandırmadır. Dolayısı ile kampanya ilan etmek ile seferberlik ilan etmek aynı eylemliliğe işaret ediyor olmalı! Seferberlik ilanını, ülkenin silahlı kuvvetlerini savaşa hazır hale getirmek için bütün olanakların kullanılacağını söyleyerek bunun gereğini halka duyurmak diye düşünürüz. Bu düşünceyle seferberlik sözcüğü yakın tarihimiz açısından tanış olduğumuz, iyi bildiğimiz bir kavramdır. Hepimizin bildiği üzere silahlı kuvvetlerimiz son birkaç yılda seçik hale gelen –Kurtuluş Savaşımızdan sonra onun kadar önemli ve gene antiemperyalist nitelikli– bir savaş veriyor. Savaşım alanı Batı Asya,  Doğu Akdeniz, Ege, Karadeniz ve Libya! Kolaylıkla anlaşılacağı üzere sosyal medyama dokunma kampanyası (seferberliği), ulusun kendini savunması ile alakası olmayan bir gelişim. Türkiye örneğinde seferberlik olgusu yurdu savunmak ile eş anlamlı iken sosyal medyama dokunma kampanyası (seferberliği) yurduma karşı içeriden gelişen bir saldırı! Kampanya ve seferberlik sözcükleri iki dil açısından karşılıklılık taşımıyor mu yoksa? 

Ne kampanya deyince seferberlik, ne de seferberlik deyince kampanya akla geliyor. Halkın, ülkesi savaşa hazırlanırken yaşayacağı koşulları ülkesinin savaşına göre biçimlendirmesi ve elbette farklı bir içerik kazandırması ancak seferberlik sözcüğü ile karşılanabilir. Tekalif-i Milliye’yi kampanya diye anabilir misiniz? Söz konusu farklılık dil ağacını yücelten, dallandıran, meyveye boğan kültürden kaynaklanmaktadır.[2] Kampanya sözcüğünün kültürümüzle bağdaşmazlığını, dilimiz ile uyuşmazlığını ayrıca anlatmama gerek olduğunu sanmıyorum. Her dil başka dillerden sözcük alır. Ancak bu, o yurtta yaşayan yurttaşın, anadilini gelişi güzel (karşılığı varken yabancı sözcük alması, dile uymayan yabancı dildeki takıları ile konuşması)[3] kullanması özgürlüğünü getirmez. Böylesi bir gelişigüzelliğin özgürlük olarak anılması liberal hamura bulaşmış kişilerin harcıdır ancak!        

Sosyal Medyama Dokunma Kampanyası adeta bir seferberlik çağrısı gibidir. Burada, ülkenin başka bir ülke ile savaşı söz konusu değildir. Söz konusu olan ulusal değerler, ulus devlet, emperyalizmin çürütemediği kültüre karşı açılan savaştır. Ulus topraklarının “müstevlilerce”[4]  işgali, gerçekleşmesi beklenen son amaçtır. Bu dediklerimi abartı olarak değerlendirenlerin olduğunu biliyorum. “Öyle mi? kolay mı bu yurdu işgal etmek?” dediklerini duyar gibiyim. Ben kolay olduğunu söylemedim ki! Benim söylediğim şu: İşgalin ipucu yabancı askerler, tafralı, siyah gözlüklü yabancı komutanlar, filmlerde ayıla bayıla seyrettiğimiz yabancı askerî araçlar vb. değil! O tarafa bakarak olmadık şeyler arayanlar, bu tarafı gözden kaçırmaktadırlar. Bakmadıkları tarafta kendileri gibi olan, kendileri gibi konuşan, sağlayıp ağlayıp-gülen “dâhili bedhahlar”[5] diye bilinen işgalcilerin emrinde hizmet üretenler var. Gözden kaçırılmaması gerekenler ve yol açacakları hasar düşmanınkini kat be kat aşacak olanlar işte bu dâhili bedhahlardır. Bedhah, her şeyin kötüye gitmesini isteyen, istemekle kalmayıp öyle olması için çaba gösteren kötü yürekli insanları tanımlamak için kullanılan eski bir sözcüktür. İşaret ettiği durum asla eskimemiştir: Emperyalizm, her koşulda kaleyi içeriden almak ister. Bunun için kaledeki kötü yürekliler, kötü yürekli olmadığına inanan ancak kötü davranan hatta “bilmediğini söyleyerek” kötülük edenler, kalenin içten alınmasında ordu askerinden çok daha kolay sonuç alıcıdır. 

Sosyal medya tanımından başlamak istiyorum. Medya, hem kitle iletişim araçları için (yazılı, görsel basın vs.) hem de ortam karşılığı olarak kullanılmaktadır. Sözcüğün yabancı dildeki bir diğer karşılığı aracılığı ile eylemliliğini anlatır. Sosyal medya tanımı neyi anlatıyor ve neye karşılık geliyor? Televizyon, gazete değil. Aracılık işlevselliğinde bir ortam diye adlandırılırsa daha doğru olacak gibi geliyor bana. Yanlışlık, sosyal sözcüğünün toplumsal sözcüğü ile karşılanmasındadır. Oysa ele alacağımız ortamın toplumsallıkla uzak yakın ilişkisi yoktur. Andığım anamalcı düzen aracısının sosyal (toplumsal) olduğunu zorlayarak düşünmemiz istenmektedir. Ona bu niteliği kazandıran bir insan topluluğunun oradaki varlığıdır. Ya da kendi ortamlarında yokken o ortamda kendilerini var gibi hissetmeleridir. O ortamda yer alanların, ortamın neye aracılık ettiğini, aracı ortamın asıl amacının saptırıcı, hastalıklı yanını görmemeleri başka türlü bir savaş seferberliğinin olduğuna işaret etmektedir. Emperyalizmin düşman bellediği Türk ulusu, Türk devleti ve Türk kültürüdür. Kendi adlarına dövüşsünler diyerek savaşkan (!) hale getirilenler ise Türk ulusunun yurttaşlarıdır.

Sosyal medyam denilince ilk akla gelecek olan, “Demek o onun! Kimse alamaz onu ondan!” düşüncesidir. Anne çocuğundan, kız bebeğinden, oğlan kedisinden mi söz ediyor? Hayır! Tivitır’ı sahiplenen yurttaşlarımız çığlık çığlığa. Haykırıyorlar, sosyal medyama dokunma diye! Nasıl olup da bu kertede sahiplendiler Tivitır’ı, Feysbuk’u? Yasaklanacağı için mi? Hayır! Denetleneceği için!

Denetleme edimi neden bu ölçüde rahatsızlık veriyor? Oysa kişi bebekliğinde, çocukluğunda var oluşunun ayrılmaz bir parçası olarak denetlenmek ister. Bu bir gerekliliktir. Ruh Bilim yazınında bunun bir adı bile vardır: En az Engellenme Eşiği diye. Kişi, ailede başlayan okulda devam eden toplumsallaşma sürecinde denetlenmeyi bir gerekirlik görerek en az sarsıntıyla geçirebilmek için kendi kendini denetlemeyi öğrenir. Bu durum, liberal tafralı bilgiçlerin İngilizcesini bile bilip ezbere söyledikleri bir olgudur aynı zamanda. Liberalleşince özgürlük diye bağırdıkları, andığım bu denetimin (öz denetim de dâhil) hepten kalkmasıdır. Hazırlanan yasa, andığım emperyalizm hizmetindeki saptırıcı ortamların Türkiye’de şube açmaları. Şube açarlarsa sorumlu olacaklar. Şube açarlarsa çok büyük miktarlara ulaşan kazançları vergilenecek. Birinin bir tarafına dokunulacak ama bu adsızlığı yeğ tutan, aidiyeti konusunda şaşalamış liberal Liliputların[6] sosyal medyası olmayacak! Sayın Avukat Öniz Özsoy’un attığı iki tivit var. Kısa ve öz olarak –okuyunca tartışmaya yer bırakmayan– biçimde Türkiye özelinde tanımlı denetimsizliği hakları olarak gördüklerini ortaya koyuyor. Tivitler şöyle:[7]

“Türkiye, Twitter’dan en çok hesap bilgisi talep eden ülkeler arasında yedinci. İlk altı, sırasıyla ABD, Japonya, İngiltere, Fransa, Hindistan ve Almanya. ABD’nin taleplerinin %70’ini, Fransa’nın taleplerinin %56’sını kabul eden Twitter, Türkiye’nin taleplerinin %0’ını kabul etmiş. Bilgi vermedikleri tek ülke Türkiye.”

“%0’lık birkaç ülke var. Bu ülkeler, talep sayıları 2’de, 4’te kalan Bangladeş, Çekya, El Salvador, Estonya gibi ülkeler. Türkiye, 2012 yılından bu yana 4128 hesap bilgisi talebinde bulunmuş. Twitter’ın 8 yıldır kabul edip cevap verdiği tek bir talep yok. 4128’de sıfır.”

Türkiye’de “Aman dokunma, yoksa!” diyerek sahip çıkılan Tivıtır’ın durumu bu!

Önce Feysbuk çıktı. Üniversite yerleşkesinde öğrenci dedikodusunu haberleşme ortamı haline getirmek amacını taşıyordu. Tam bir ergen işiydi. Özdeşim sorununun acımasızca estiği, benlik ülkülerinin araya gittiği, otorite denilen sanal kötülüğe liberal/özgürlükçü (?) savsözlerle karşı çıkan sonra alkol ve madde etkisiyle karşı çıkışı bireysel haz arayışı ile eşitleyen bir gençlik resminin adresi haline geliverdi. Mahremiyet, kişisel düzeyde ortadan kalkarak bir dönemlerin Avrupa’sında izinkâr cemiyet (permissive society) başlığı altında kümelenmiş toplumbilimsel kabuller, bu kez postmodernizmin ahlaktan soyunmuş sosu ile karıştırılıp sonsuz tüketilen hızlı atıştırma nesnesi haline gelmişti. Bugünkü şekliyle Feysbuk’un ergen özünden ne denli kurtulduğu, ne kadar büyüyebildiği yanıtı çok açık sorulardandır. Ergenlikle genç erişkinlik arasında sıkışmıştır. Ne geriye ne ileriye doğru akacak bir hayatı vardır. Yakın zamanda ortadan kalkacaklar listesinin başında İnstagram gelirken onu Feysbuk izlemektedir. Ya Tivitır? Ona bir şey olmamalı!

 

[1] İnstegram’ı kullanmadığım için bilmiyorum.

[2] -ber takısı üzre (üzere) sözcüğüne karşılık gelir. Amaç, niyet, koşul bildirir. Sefer sözcüğü savaş için de kullanılır. Dolayısı ile anlamın ortaya çıkışı ve işaret ettiği durumsallık seçik hale gelir

[3] Bkz. Duygu Yeniay Üsküplü ’nün Teori Dergisi Temmuz 2020 Sayısındaki “Netflix toplumu: Yalnızlıkta buluşanlar” başlıklı yazısı.

[4] Bkz. “Ey Türk Genci” diye başlayan Atatürk Nutku.

[5] Bkz. “Ey Tür Genci” diye başlayan Atatürk Nutku.

[6] Jonathan Swift’in (17. yüzyıl) kara mizah şaheseri sayılan “Gulliver’in Seyahatleri” isimli erişkinler için yazılmış kitabında Gulliver’in gittiği dört ülkeden biri mini minnacık adamların yaşadığı (Lilliput) ülkesidir.

[7] Sayıları Tivitır ’ın şeffaflık raporundan aldığını söyleyen Sayın Öniz Özsoy’a yazdıklarını kullanma izni verdiği için teşekkür ederim.

Güncel