Bir orman yaratmak

Pınar Ekinci

Malum sosyal medyayı kullanmayan yok! Yalan yanlış bilgiler yayılsa da bir paylaşım alanı olarak günlerce, haftalarca emekle ve hatta parayla ulaşabileceğimiz pek çok belge-bilgiyi de saniyeler içinde önümüze düşürüveriyor. Bu anlamda hayatımda görmediğim kuşlardan, kelebeklerden, ormanlardan ve türlü bitkiden haberdar oldum. El yazısı severler grubuna üye oldum örneğin. El yazısı meraklılarının kalem, kâğıt ve mürekkep bilgilerinden, bunlara duydukları tutkudan çok etkilendim. Türk kültür ögelerini bedelsiz bir biçimde Fransızcaya çeviren, bunu çeşitli gruplara ulaştıran bir gönüllü tanıdım yine aynı yerde. Koleksiyonculuğun türleri, örgütlenişleri, tutkuluları belki benim kendi çabalarımla erişemeyeceğim bilgilerdi; yine sosyal medyayla izler oldum. En sevdiğim sayfalarsa çoğunlukla kent kültürü sayfaları ve Mazideki Balıkesir’i ya da Hayat Ağacı Sivas’ı izlerken hiç tanımadığım kentlerin geçmişinde, sokaklarında, ruhunda buluveriyorum kendimi. Yaşadığım yer Ankara ile ilgili sayfalar ise bir gün hayatımın bir bölümünün geçtiği okulumdan bir tarih sayfasını bırakıverdi yüreğime.

Bir Eski Ankara Fotoğrafları grubunda paylaşılan yukarıdaki fotoğraf, beni mezun olduğum okulun kuruluş yıllarına götürüverdi. Ankara Kız Lisesi, Cumhuriyet’in ilanından 18 gün, Ankara’nın başkent ilanından ise 2 gün önce 11 Ekim 1923’te, Hacı Bayram Mahallesi’nde eski bir konakta, 79 kız öğrencisi ile eğitim-öğretime başlamıştı. Bu konuda Hasan Âli Yücel şöyle diyor:

“Açıldığı yıl kız lisesinin ilk ve orta kısım müdavimlerinin mecmuu ancak 79 talebeden ibaretti. Halkın çoğu kızlarına sürekli bir tahsil vermeyi uygun bulmuyorlar, harp ateşinden yeni çıkılmış olması da bu tesiri değiştirici tedbir alınmasına henüz imkân vermiyordu.

“Ertesi yıl her yerde olduğu gibi Ankara’da mekteplere fevkalade bir hücum başladı ve kız lisesinin talebe sayısı birden 115’e baliğ oldu”[1]

Cumhuriyet’in her şeyden önce bir kültürel kalkınma devrimi olduğunu bilenler, harp ateşinden çıkmış ama enerjisi içinde doğduğu topraklara sığmayan Cumhuriyet çocuklarını da beraberinde yetiştiriyordu. 1927-1928 yılı sonunda okul ilk mezunlarını vermiş ve o sene mezun olan altı öğrenciden dördü yüksek öğrenime geçmiş, ikisi ise memur olmuşlardır. Ankara Kız Lisesi, 1934 yılında Ernest Arnold Egli tarafından tasarlanan Namazgah Tepe’deki Atatürk Bulvarı’na bakan yeni binasına taşındı. Öğrenci sayısı on yılda neredeyse 10 kat artıp 862’ye ulaşmıştı. Kaloriferle ısıtılan binası, en modern araç ve gereçlerle donatılan laboratuvarları, geniş ve sağlıklı sınıfları, çalışma odaları, (içinde birinci basım Mustafa Kemal’in Nutuk’u, Montesquieu’nün Ruhul Kavanin’i, Emile Durkaime’ın İştima-i Taksimi Amel’i, Moroya D'ohasan’ın Moğol Tarihi, Leon Ceatona’nın İslam Tarihi, Wilfredo Pareto’nun Sosyalist Meslekleri, Herald Hoffding’in Psikoloji’si, Leon Duguit’in Hukuk-i Esasi, Descartes’in Usul Hakkında Nutuk’u, Dr.Tevfik Eşberk’in Türkiye’de Köylü El Sanatlarının Mahiyeti ve Ehemmiyeti, Hait Fahri’nin Edebi Kıraat Numuneleri, Halid Esat’ın Dictionnaire Des Termes D’art Sanat Kamusu, İbrahim Hakkı’nın Nebatlar Âlemi gibi çok çeşitli kitapların da içinde olduğu) geniş kütüphanesi ile genç cumhuriyetin adeta heyecanla atan kalbi oldu. Okulun yeni yerleşimi ile aynı yıl basılan okul yıllığında Cumhuriyet ile okul arasındaki sıkı bağ da vurgulanır.

“Bugün Ankara Kız Lisesi kurağı laboratuvarları, çalışma odaları, geniş ve sıhhiğ sınıfları ile tükel, modern ve herhangi bir ulusun yüzünü ağartacak bir okul haline gelmiştir. Bu halile o, bir harabe halinde cumhuriyetin eline gelip bu elde en yüksek medeniyet derecelerin çıktığı için, doğrudan doğruya aynı merhaleleri geçiren yurdumuzun da bir sembolü gibidir.

“Devrimde Türk kadınlarına düşen büyük işi başarmak için memleket kadınlığına önderlik edecek olanların yetiştiği bu okul devrim kaynağı olan Ankara’da bulunduğu ve bine yaklaşan talebesi bu ülkü şehrinin ateşinden ısındığı için belki bütün benzerleri arasında en gıptaya layık olanıdır.”[2]

Tohumlar fidana

Görüldüğü gibi “Devrimde Türk kadınlarına düşen büyük işi başarmak için memleket kadınlığına önderlik edecek olanların yetiştiği bu okul”, Ankara’da yanan devrim ateşinin ışığında bir amiral gemisi olacaktı. Bu yüzden de Cumhuriyet’in öncü kadroları okuldan ellerini hiç çekmediler. Devrimin önderi Mustafa Kemal Atatürk tıpkı Taş Mektep’e yaptığı gibi sık sık Ankara Kız Lisesi’ne ziyarete geliyordu. Derslere giriyor, sınavlarda kendisi de söz alarak sorular yöneltiyordu. Okulun mezunlarından Jülide Gülizar, o günleri başka devrimlerin habercisi olarak da aktarmaktadır:

“Örneğin 1934-1935 ders yılının başında Ankara Kız Lisesi’nin tam kadroyla öğretime başladığı yeni binasına geliyor. Upuzun koridorun iki yanına sıralanmış sınıflardan birinin önünde duruyor. İçerideki dersin ne olduğunu öğrenmek istiyor. Yurt Bilgisi olduğunu öğreniyor. Derse girip giremeyeceğini soruyor. Okul müdürünün iznini alarak kapıyı tıklatır ve içeriye giriyor. Bir süre ders dinledikten sonra öğretmene soruyor:

-Müsaade eder misiniz ben de bir soru sorayım?

Ve soruyor:

-Vatandaşın en büyük hakkı ve görevi nedir?

Öğrenciler yanlış yapmaktan korka korka düşüncelerini açıklıyorlar. O da dinliyor, cevaplar konusunda yorumlar yapıyor. Yanında bulunanlar, müdür ve öğretmenler, haline tavrına ve sözlerine bakıp ‘Onun yeni bir devrimin başında olduğunu’ anlıyorlar.

Öğrencilerin söylediklerini bir cümlede toparlayan Atatürk, kendi sorusunun cevabını kendisi veriyor:

-Vatandaşın en büyük hakkı seçim, en büyük görevi de askerliktir.

Ardından müdür Tezer Taşkıran’ın öğretmen ve öğrencilerine bir soru yöneltiyor:

-Bir gün mebus olmak ve memleket idaresinde sorumluluk almak için hazır mısınız?

Sorunun cevabı elbette olumludur. Atatürk konuşmasını sürdürüyor:

-Dünyada kadınlar seçme ve seçilme hakkını kazanmak için çok mücadele ettiler. Biz sizlere mücadele etmeden bu hakkı veremezdik. Ne var ki analarınız büyük Türk tarihi boyunca bu mücadeleyi yaptılar. Siz de asıl onların olan seçme ve seçilme hakkına kavuşacaksınız. Ama demin söylediklerimi hatırlayın. Mebus seçersiniz, Mebus olursunuz ama aynı şekilde asker de olacaksınız.”[3]

Bu konuşmadan bir süre sonra 5 Aralık 1935’te Türk kadınının hukuki anlamda “Seçme ve Seçilme Hakkı” hayata geçer. Devrimleri yürekten benimseyen Ankara Kız Lisesi’nin öğretmenleri öncülük etme sorumluluğu ile Cumhuriyet gazetesine 6 Aralık 1934 günü bir ilan verirler ve şöyle bir çağrıda bulunurlar:

“Ankara Kadınlarına! İşittiniz, dün Türkiye Büyük Millet Meclisi Türk kadınlığının tarihçe, dünyaca tanınmış faziletlerini, ulusal fedakârlıklarını takdir etti. Onun da erkek yurddaşlar gibi devlet idaresinde söz sahibi olduğunu kanunla kabul etti. Türk kadınları, faziletlerinin, yurd için ileri fedakârlıklarının kanunla teyid edilmiş olmasını kıvançla karşılamışlardır. Bu isabetli karardan sonra, Türk kadınlığının yalnız Türk cemaatine değil, bütün medeni âlem kadınlığına göstereceği örnek hakkındaki azimlerimizi Büyük Millet Meclisine dolayısile ulusumuza bildirmek üzere konuşmak için bugün saat birde Ankara Halkevinde toplanmanızı dileriz.”[4]

Böylece sevinçlerini Ankara halkının katılımında bir yürüyüşle gösterirler. Okul müdürü Tezer Taşkıran bir süre sonra milletvekili oldu. Kız okullarına da askerlik dersi kondu.

Cumhuriyet heyecanı içindeki o dönemin aydın kimliklerinin, devlet tarafından görevlendirilerek okullarda kurucu öğretmen kadrosunda yer aldığı görülür. Ahmet Hamdi Tanpınar, Kız Lisesi de olmak üzere neredeyse Ankara’da tüm önemli okullarda görevlidir ve sadece derslerle kalmaz, verdiği konferanslar ile de bilim, sanat ve üretkenlikle dolu yeni insanı ışıklandırmaya çalışır. Suut Kemal Yetkin, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi iyi eğitimli, yüzünü bilime ve sanata dönmüş aydınlar da yine bir süre Ankara Kız Lisesi’nde görevlendirilmiştir. Afet İnan, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ni kurmadan önce Musiki Muaalim Mektebi’nden Ankara Kız Lisesi’ne tayin olmuş ve okulun yeni binasında görev almıştır. Görev yaptığı yıllara ait lise yıllıklarında Türklük bilinci, Türk kadını, müzecilik gibi konularda yazılarıyla dönemin öğrencilerini devrimin ilkeleri çerçevesinde yönlendirdiği görülür. Ankara Kız Lisesi öğretmenlerinin, nitelikleri çok yüksek çoğunluğu kadın kimlikler olduğu kuşku götürmez. Latince derslerinden Beden Eğitimi derslerine kadar alanlarının uzmanı, kimi yurt dışında eğitim almış öğretmenler dersleri heyecanla yürütmüştür. Yetişmiş eğitimci sayısının hedeflenen eğitim atağını yapmak için yeterli olmaması karşısında devlet, çeşitli kurs ya da sınavlarla öğretmen gereksinimini karşılamaya çalışmıştır. Öğretmenlerin mezun olduğu belli başlı üniversiteler şunlardır:

Darülfünun Riyaziye Şubesi,

İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Riyaziye Şubesi,

Darülfünun Tabiye Şubesi,

İstanbul Kız Sanayi Mektebi,

Hukuk Fakültesi (Orta Tedrisat Mekteplerinde İngilizce Muallim Muavinliği Ehliyetnamesi),

Muallimlik Ehliyetnamesi Beden Terbiyesi Kursu Şahadetnamesi,

Gazi Muallim Mektebi Tarih Coğrafya Zümresi,

Tabiye Şubesi ve Riyaziye Zümresi

Azerbaycan Darülfünunu,

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Şubesi,

Fen Fakültesi Tabiye Şubesi,

İstanbul Üniversitesi Felsefe Şubesi (Edebiyat Fakültesi Vesika Sureti),

Gazi Terbiye Enstitüsü Resim Şubesi,

İstanbul Muallim Mektebi Rüştiye Kısmı,

Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi-Klasik Filoloji, Tarih, Coğrafya, Felsefe (1940 sonrası),

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Romenoloji Şubesi (Fransızca Lisan Öğretmenliği Belgesi),

İstanbul Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu

ABD Cornell Üniversitesi,

Fransa Sorbonne Üniversitesi.

Çok değil 20 yıl önce Ömer Seyfettin’in yazılarında dile getirdiği çoğunluğu evde eğitim alan “münevver kadınlar” artık yerlerini okulda eğitim alan ve veren aydın kadınlara bırakmıştı.

Fidanlar ağaca

Öğretmen hizmet kayıtlarında çevirdiği ya da kendisinin yazdığı eserler, en az öğretmenlerin mezun olduğu okulların niteliği kadar dikkat çekicidir. Kısa bir süre okul müdürlüğü yapmış olan yazar, sinemacı Münir Hayri Egeli; eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in annesi Sanayi-i Nefise Mektebi’nin ilk kadın mezunlarından ressam/resim öğretmeni Nazlı Ecevit; Güzel Sanatlar Umum Müdürü eğitimci Vedat Fıratlı’nın eşi, şair Orhan Veli’nin yakın arkadaşı edebiyat öğretmeni Nahit Fıratlı; şair, siyasetçi, eğitimci Faruk Nafiz Çamlıbel’in eşi coğrafya öğretmeni Azize Çamlıbel; şair Nâzım Hikmet’in bir süre evli kaldığı Fransızca öğretmeni Nüzhet Berkin; şair, eğitimci Cahit Külebi’nin eşi tarih öğretmeni Süheyla Külebi; Türk arkeolojinin kurucularından Ekrem Akurgal’ın ilk eşi İngilizce öğretmeni Lemis Akurgal; roman, öykü ve radyo oyunları ile de tanınan edebiyat öğretmeni Mükerrem Kamile Su; Türk Kadınlar Birliği, Türk Kültür Ocakları gibi sivil toplum kuruluşlarının da başkanlığını yapan şair, edebiyat öğretmeni Mualla Anıl; Cumhuriyet’in kurucu kadrolarından gazeteci, hukukçu Ahmet Ağaoğlu’nun kızı ilk kadın milletvekillerinden felsefe öğretmeni Tezer Taşkıran; küçücük bir çocukken Mustafa Kemal Atatürk’e verdiği sözle tarih ve yurt bilgisi öğretmeni olan Refet Angın; Gazeteci Mete Akyol’un da içlerinde olduğu altı çocuğu ile matematik öğretmeni Mebrure Akyol; tanınmış yazar-psikolog Gündüz Vassaf’ın annesi felsefe öğretmeni Belkıs Vassaf 1930-1950 yılları arasında görev yapmış bilinen isimlerdir. Okulun tanınmış mezunlarından yazar Adalet Ağaoğlu, öğretmenlerinin kendisinde bıraktığı acı tatlı anları anmadan geçmez:

“Benim Ankara Kız Lisesi yıllarımın Millî Eğitim Bakanı, doğu-batı kültürünü iyi hazmetmiş bir kültür adamı, Hasan Âli Yücel idi. Felsefe dersimizde onun çevirisinden Descartes’ın düşünceleriyle tanışmışsak, içimde her şeyin nedenini nasılını sorgulamaya büyük bir merak uyanmışsa, kafama faydalı kuş tohumları serpilmişse, bu işte o aydınlık ‘Maarif’çimiz sayesindedir. Yazma sanatının, edebiyat temel harcı faydalı kuşku bu içten hesaplaşma asıl meyvesini Ölmeye Yatmak’la verdi diyebilirim. Felsefe hocamıza âşık olduk diyebilirim. İnsanın insana asıl böyle âşık olabileceğini öğrendik. Nahit Hanım’ı, Fransızca öğretmenimiz Nüzhet Hanım’ı, Felsefe öğretmenimiz Sabiha Hanımı okul kapısında kimler beklerdi? Orhan Veli, Oktay Rifat ve Nâzım Hikmet rüzgârı. El yazısıyla yazılmış Nâzım Hikmet şiirlerini sıraların altından elden ele birbirimize kaçak geçirip durduğumuzu bu üç hocamız da bilirdi. Kimya öğretmenim Talia Hanım laboratuvarda bizi sınava çekerken, ayakta, tahta önünde yanımdaki arkadaşın yardım dileğini boş bırakmadığım için beni aile terbiyesinden yoksun olmakla suçlamış, ‘Geç otur yerine, sanki kendin âlimsin de, bir de fiskos.’ diye azarladığı için yerime oturur oturmaz kalemi kırıp kara tahtaya fırlatmıştım. Talia Hanım beni öyle sevdi öyle sevdi ki. Çünkü kimya kitabımı da yırtmıştım, yazılı sınavlarda kâğıdımı boş verir olmuştum. Karnemde kimya: sıfıra sıfır, elde var sıfır. Üstelik bitirme yılı: olgunluk sınavlarına gireceğim. Kimya öğretmenim ders yılı sonu sınav kâğıtlarını dağıtırken baktık bir arkadaşa dört, tekine üç, berikine beş not vermiş. Öğretmenimizin kafası bilime çok açık fakat not kesesinin ağzı sımsıkı kapalı. Kâğıtları dağıtırken şöyle demesin mi: ‘Şu halinize bakın şu halinize. Yanlış yunluş kâğıt doldurup duruyorsunuz. Umutla okuyor okuyorum, boşuna yorgunluk. İçinizde en çok Adalet’i seviyorum. Boş kâğıt veriyor; beni hiç yormuyor. İki üç numaralık bir şeyler karalasa ne olacak sanki?’ Lise son sınıfta çakmayı neden göze almıştım sanki? Ev kızı olmayı sevmiyordum. Bundan herhalde. Talia Hanım eklemesin mi: ‘Bak Adalet, sen bütünlemede kimya kitabını yedi sekiz alacak kadar öğrenmiş ol, ben seni yine de geçireceğim.’ Yine de diyordu, çünkü yılın bütün notlarının toplamı on’u doldurmalıydı. Demek ki değerli kimya öğretmenim benim haksızlığa isyanımı gerçekten sevmişti ki, bana böyle çok güzel bir torpil yaptı. Lise bitti.”[5]  

Hasan Âli Yücel’in kızı Canan Yücel Eronat okulla ilgili anılarında öğretmenlerinin onda bıraktığı izi şöyle anlatır.

“Atatürk’ün sağlığında okulumuz onun ilgisi ile daha da değerlenmiş. Belleklerden silinmeyen resim bunun kanıtı. Kapının önünde Millî Eğitim Bakanı, Başöğretmen, öğretmenler ve öğrencilerle çektirdiği resim. Reşit Galip’in bakanlığı dönemi. Atamız kendi geldiği gibi, öğretmenlerimizi de Çankaya’ya çağırırmış. O unutulmaz akşamların öykülerini tarih hocamız Sıdıka Saltık’tan, edebiyat hocamız Nahit Fıratlı’dan ve matematik hocası Hilmiye Dener’den çok dinledim. Banta kaydettiğim konuşmalar da oldu.

“Kendi yaşamadıklarımızı onların o doyumsuz coşkulu anlatılarıyla yaşamışız gibi özümsedik, benimsedik.

“Bir gidişlerinde gecenin ileri bir saati Nahit Hanım ertesi günkü dersine hazırlanması gerektiğini söyler, izin ister. Atatürk, Nahit Hanım’a ne anlatacağını sorar ama yanıtı almadan: ‘Sen yarın öğrencilerine Tevfik Fikret’i anlat’ der. Kara tahtayı getirtir ve tebeşirle ezberinden Promete şiirini yazar. Ozan ve şiiri üstünde uzun uzun konuşulur.

“Yıllar sonra biz on birinci sınıfta iken Nahit Hoca’mın Tevfik Fikret ve Promete şiiri üstünde önemle duruşu ve dersler boyunca inceletmesi boşuna değildi.”[6]

Oysa çok değil, bir asır önce değil kamusal alanda ev içinde bile söz sahibi değildi kadın. Adı anılmazdı! Örneğin bir kadın şair olan Leyla Hanım 19. yüzyılın ortalarında kendini erkeklerin egemen olduğu sanat alanında kabul ettirebilmek için çok büyük bir mücadeleye girmişti:

“Leylâ Hanım, sarayın desteklediği bir tür olarak sanatçısından hem edebi hem de kültürel anlamda büyük bilgi ve birikim beklentileri bulunan divan edebiyatının belki de en mühim şairidir. Zira yanlı tarih yazımının ve kadının kamusal alanda varlık göstermesinin engellenmesinin etkisiyle erkek şairlerin sergiledikleri klişe ‘kadın’ ve aşk yaklaşımına karşılık, kendi çevresindeki kadınlara adlarını anarak yer vermiştir. Sayesinde ‘hayatın içindeki kadın’, yani edebiyat klişesi olmayan ‘gerçek’ hayattaki ‘kadın’ şiire girmiştir. Böylece Leylâ Hanım bizi kısa süreliğine de olsa Osmanlı kadınının örtüler altındaki hayatıyla buluşturmuştur.”[7]

Ağaçlar ormana

Ümmetten millete, kuldan vatandaşa dönüşen toplumda Cumhuriyet, öncelikle kadınların hayatında devrimsel etkiye sahiptir. Bu etkiyi yaygınlaştıracak olan da elbette ki okullar ve o okullardaki çağdaş öğretmen kadınlar olmuştur. Cumhuriyet’in kadını artık evinden çıkmış, çağdaş eğitimle buluşmuş, cumhurbaşkanının davetlisi olarak köşke çıkmış, cumhurbaşkanı ile devrin şiirini değerlendirip tartışan bir vatandaş idi. Bu kadınlar, Cumhuriyet’in onlara verdiği destekle çağın bilim ve sanatıyla tanıştılar; tek başlarına ayakta durabilecek, kamusal her alanda onurla var olabilecek, dünya çapında işlere imza atacak donanıma sahip oldular. Bu kadınlar erkeğin gölgesinden, kolu kanadından çıkıp kendi kanatlarıyla uçmaya başladılar.

Ankara Kız Lisesi’nin öncü öğretmenlerinin yetiştirdikleri okulun tanınmış mezunlarından bazıları:

Filiz Dinçmen: ilk kadın büyükelçi; Saadet İkesus Altan: Türkiye’de operanın kurucularından, ilk kadın yönetmen, ilk şan pedagogu; Üner Teoman: Olimpiyatlara (1948, Londra) katılan ilk kadın atlet; Prof. Dr. Dilhan Eryurt: NASA Apollo Başarı ödüllü astrofizikçi; Sumru Çörtoğlu: ilk kadın Danıştay başkanı; Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, Füruzan Toprak, Gülten Akın, Nezihe Araz, Müşerref Hekimoğlu, Selçuk Baran, Mualla Uzmay, Ayhan Büyükünal, Canan Tan şair, yazarlar; eleştiri ve akademik inceleme alanında Doç. Dr. Füsun Akatlı, Prof. Dr. Gürsel Aytaç, Dr. İlknur Güntürkün Kalıpçı, Müjgan Cumbur; radyocu, sunucu Ülkü Giray; oyun yazarı Ülker Köksal... Okul müdürü Tezer Taşkıran’ın milletvekilliğinden sonra öğretmenlerden Belkıs Baykan CHP Ankara İl Yönetim Kurulu azalığına seçilmiş, Remziye Batırbaygil CHP milletvekili adayı olmuş; mezunlardan Ayşe Nermin Neftçi, Gaye Erbatur CHP’den, Sema Tutar Pişkinsüt ve Melda Bayer de DSP’den çeşitli dönemlerde milletvekili olmuşlardır. Onlar gibi yüzlerce eğitimli ve üretken kadın şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde yerini aldı. Çalışıyor, üretiyor, tarihe geçecek işlere imza atıyorlar.

Ankara Kız Lisesi’nin adının Ankara Lisesi olarak değiştirildiği karma dönem öğrencilerinden biri olarak 1987-1990 yılları arasında orada idim. Hatırladığım okul iklimi kuruluş yıllarından oldukça farklı. Ülkedeki siyasi dalgalanmaların, sosyal değişimlerin etkisiyle olacak korkuya dayalı bir disiplin anlayışı yüreklerimize kazınmıştı. Okul, geçmişin mirası ününü aynı nitelikte devam ettiremiyordu. Elbette unutulmaz öğretmenlerim vardı fakat bunlar sayıca çok az, etkileri sınırlı, anıları puslu. Onlar da kendi gelişimlerini etkileyen ülke süreçlerinden nasiplerini almışlardı. Gençliğimizin heyecanlı neşesiyle gelecek kaygısı arasında şekillenen liberal dünyaya ayak uydurmaya çalışıyorduk. Anadolu’nun her yerinden gelip “başarmak” için çırpınan kalplerdik sadece. Bu yüzden de okulun Cumhuriyet ile bağını tam anlamıyla anlayabilecek durumda değildik. Eski mezunların -50 yıl öncesi mezunların bile- tutkuyla buluştukları Mezunlar Günü etkinliklerinde dönem arkadaşlarımı göremeyince hüznüm büyüdü. Kendi adıma okulumun değerini kavrayıp içselleştirmem için mesleğim olan öğretmenlikte yıllarımı geçirmem gerekti.

Günümüzde ise okulun o eski değerine ulaşması için hayli çalışmalar yapılıyor. Okulun geçmişiyle buluşması, okul tarihini tema alan müzesi, müze kütüphanesinin hem öğrencilerine hem de Ankara halkına açılması ile gerçekleşiyor. Okulun eski mezunları ile okul yönetimi ve öğrencileri daha çok buluşuyor ve kültürel miras canlı bir ortamda aktarılıyor. Cumhuriyet’le atılan o tohumlar önce fidana, sonra ağaca, şimdi ormana döndü.

Bugün, kadınların dünyadaki hemcinsleri ile her alanda yarışabileceği bir ortam oluşmuştur. Ancak kadınlar yine de her türlü duygusal ve fiziksel şiddetin içinde varlıklarını bu erkek egemen dünyaya kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Cumhuriyet’in ideolojisinin kadınlar tarafından da sırtlandığı kuşku götürmez bir gerçektir. Öncü gücünü eğitimden alan, hiçbir gericiliğin etki elemanı olmayan, kalkınmada ve gelişmede hakça, hukukça yerini belirleyen kadınlara selam olsun!

 

[1] Hasan Âli Yücel, Türkiye’de Orta Öğretim, İstanbul Devlet Basımevi, 1938

[2] Ankara Kız Lisesi Yıllığı, 1934-1935

[3] Ankara Kız Lisesi-Bir Okulun 80 Yılı (2004). S: 7, Ankara: Ankara Kız Lisesi Mezunları Derneği.

[4] “Türk Kadınlığı Sevinç ve Heyecan İçinde”, Cumhuriyet, 6 Birincikanun 1934

[5] Ankara Kız Lisesi-Bir Okulun 80 Yılı (2004). S: 39, Ankara: Ankara Kız Lisesi Mezunları Derneği.

[6] Ankara Kız Lisesi-Bir Okulun 80 Yılı (2004). S: 52-53, Ankara: Ankara Kız Lisesi Mezunları Derneği.

[7] Tezcan, N. (2021).Şair Leylâ Hanım ve Kadınları. Osmanlı İstanbul’unda Kadın.İstanbul: İBB Yayınları

Tarih