Kahraman kültünden süper kahraman kültürüne

Atakan Hatipoğlu
Doç. Dr.

Rönesans sonrasının bireycilik eğilimleri, burjuvazinin yükselişinin bir başka ürünü olan roman sanatı ile yeni bir boyut kazanmıştı. Önce sanatçıların eserlerinin altına kişisel imzalarını atmaları şeklinde görünen sanatta bireysellik, ardından bireyi ve onun hayat deneyimini anlatan bir odağa doğru ilerledi. Marx’ın deyişiyle, birey toplumdan göbek bağını çözmeye başlamıştı. Burjuva toplumu oluşurken insan, cemaatin toplumsal denetimi karşısında bireysel özerkliğini ilan etmeye başlamıştı. Bu nedenle modern sanat, hep birey odaklı oldu. Bireyin hayat tecrübesini anlatmaya yöneldi. Başlangıçta salt bireyin bireysel anlatısı olan burjuva sanatı, işçi sınıfının tarih sahnesine çıkmasından sonra birey ile toplum diyalektiğini dikkate almadığı ve bireyi toplumsalın içinde kavramadığı müddetçe amaçlarına ulaşmış sayılamayacağı görüşüyle soldan eleştirilmeye başlandı.

Bireyi toplumsal ilişkilerin içinde kavramak, diyalektik yöntemin verisidir. Ancak tarihi egemen sınıfların yazdığı her toplumda, kendi konumlarını biricik olarak sunabilmek, kimseye borçlu olmadıklarını ve sahip oldukları bütün imtiyazları kişisel üstünlüklerinin haklı ürünü olarak sunabilmek için egemenler tarihi, kahramanların tarihi olarak yazmışlardır. Şüphesiz bunun sıradan insanın zihinsel konformizmine hizmet eden bir yönü de bulunmaktadır. Biz insanların dünyayı algılaması bazı zihinsel kategorilerin devreye sokulmasıyla mümkün olabiliyor. Olan biteni kendi açımızdan anlaşılabilir kılabilmek için tasnif etme, basitleştirme, kategorize etme, benzeştirme vb. yollarını kullanıyoruz. Bunun sonucunda tarihsel ve toplumsal olayları bütün çelişkileri ve karmaşası içinde süreç mantığı üzerinden anlamak yerine indirgemeler üzerinden anlamak en yaygın zihinsel davranışlarımız arasına giriyor. Biraz da bu nedenle kahraman efsaneleri yaratma ve toplumsal nesnelliğin önüne öznel iradeyi çıkarma eğilimi tarihten günümüze çok güçlü eğilimler olageldi.

Tarihi kitlelerin değil, peygamberlerin, büyük komutanların, devlet adamlarının veya isyan liderlerinin üzerinden anladığımızda ya da bize böyle anlatılmasını kabul ettiğimizde, olan biten öylesine anlaşılır hale gelir ki, gerçeği aşırı basitleştirmek onu en iyi anladığımızı sandığımız anda hiç anlayamaz hale gelmemizle sonuçlanır. Çünkü hiçbir kahraman, sadece bireysel yetenekleri sayesinde bir toplumu harekete geçirememiştir. Kahramanlık kültü, nihayetinde elitizmdir ve kahramanlar karşısında kitlelerin acizliğini vurgular.

Buradan yine başa dönecek olursak, birey ile toplum arasındaki ilişkinin nasıl örgütlenmesi gerektiğinin, modern zamanların en önemli sorunlarının başında geldiğini görürüz. Modern topluma ilişkin ideolojik tartışmaların özü, bireyselleşmiş insanın toplumla ilişkisinin sınırlarına ilişkindir. Özgür bireyler olarak yaşayabilmek için liberalizmin vazettiği gibi toplumu ret mi edeceğiz, Marksizm’in vazettiği gibi toplumu bireyin kendini gerçekleştirebilmesinin ortamı olarak mı örgütleyeceğiz yoksa muhafazakârlığın vazettiği gibi bireyselleşmeyi mi cemaat karşısında geri plana iteceğiz? Bu tartışmalar günümüze kadar sadece teorik düzlemde değil, bir yandan da çeşitli pratikler ortaya konulur ve modeller türetilirken yürütüldü. 20. yüzyılın ikinci yarısında ABD’nin Batı kapitalizminin önce başat, ardından hegemon gücü olarak ortaya çıkması, birey-toplum ilişkilerinde liberalizmin klasik tezlerinin üzerine Amerikan “way of life” yorumunu ekledi. Böylece, bireyselleşme giderek egoist bir bireycilik biçimine yozlaştı. Bunun bireyi anlatan roman, sinema ve diğer sanat dallarına soğuk savaş döneminden itibaren yansıması “birey her şeydir, topluluk hiçbir şey!” biçiminde oldu. Amerikan hegemonyası altında bireycilik, burjuva toplumunun devrimci çağındaki bireyselliğin yerini aldı.

İşte son on yıllarda Amerikan bireyciliğinin, kadim kahraman kültü yaratma eğilimini kendi yararına kullanarak en uç sınırlarına kadar sürükleyip yozlaştırdığını görüyoruz. Amerikan toplumunun daha kuruluş aşamasında hücrelerine sinmiş olan bireycilik kutsaması, onun kültürel kodlarının başlıcasını oluşturduğundan, başka türlü davranması mümkün değildi. Nitekim 1929 krizinin şokuyla başa çıkabilmek için süper çizgi roman kahramanları yaratan iklim, bu kodlarla ilişkiliydi. Ekonomik kriz altındaki ABD kendini kurtaramazken, Amerikan bayrağı renklerinden oluşan kıyafetleriyle süper kahramanlar onun adına dünyayı kurtarmaya başladılar. Süper kahraman piyasası, kadim kahramanlık kültü ile Amerikan bireycilik kültür kodunun harmanlanmasıyla, edebiyata ve görsel sanatlara taşındı. Amerikan kültürel hegemonyası bir kültür endüstrisine dönüşürken ürünlerini bu zemine yaslanarak verdi.

Günümüzde kültür emperyalizminin, emperyalizmin ekonomik veya politik yüzlerinden farklı olarak nasıl zihinsel işleyişimizin arka planına sarkabildiğini ve biz aslında kendi seçimlerimizi yapıyormuşuz zannederken gerçekte bize kendi kodlarını nasıl dayatabildiğini gösteren örnekler, süper kahraman kültürüne teslim olmuş bütün sanat ürünlerinde gözlenebilir. Buradan hareketle, kültür düzleminde ulusal bir eserin, sadece oyuncularının, senaryosunun ya da konunun geçtiği yerin bize ait oluşunda değil, anlatının kültürel değer kodlarının da hegemonik bireycilik kodlarının dışında kurulmuş olması, bireysel ile toplumsal diyalektiğini oturtabilmiş olması belirleyici önemdedir diyebiliriz.

Güncel