Devrimcilerin bilim anlayışı

Gökhan Dağtekin

Bilim, teori ve devrimcilik

ile ilgili bazı temel görüşler 

İnsanoğlu içinde yaşadığı ve parçası olduğu dünya ve evreni kavramak için düşünme yetisine sahip olduğu andan itibaren çeşitli açıklama biçimleri üretmiştir. Binlerce yıl, somut ve ampirik tecrübelerin dışında, ağırlıklı açıklama modelleri, şu veya bu şekilde, metafiziğe dayandırılıyordu. Son kertede somut ve ampirik tecrübelerde, genelde teleolojik bir biçimde, metafiziğe dayandırılıyordu; örneğin “Tanrı bize görmemiz için göz verdi veya “Tanrı onlardan faydalanmamız için hayvanları yarattı tarzında. Fakat tarih içerisinde insanlık, toplumsal üretim ilişkilerine denk düşen ilerlemeler kaydederek bilimi yaratmıştır. 17. Yy’da, Bilim Devrimi ve Aydınlanma sonrasında bilim, metafiziğin dünya üzerindeki hegemonyasını kırmıştır. Bugün aydın ve aklıselim insanlar arasında gerçeğin tek kabül gören ölçüsü bilimdir de diyebiliriz. Bilim, hakikatin tek ölçüsü olmakla beraber, dünya ve evreni, tüm olgu ve olayları kapsayan bir şekilde açıklayan bir bilim ekolü, bir bilim insanı veya düşünür yoktur. Dünya ve evrenin içinde barındırdığı olgu ve olayların birbiriyle ilişkilerinin karmaşıklık derecesi (Komplexität) sınırsız, insanoğlunun zaman ve emek potansiyeli ise sınırlıdır. Bu sebeple bilimsel teoriler tüm gerçekliği (Realität) açıklayamaz, ancak gerçekliğin bir kesitini açıklamaya yararlar. Fakat bilimin erimi daha da sınırlıdır: Gerçekliğin bir kesitini ele alsanız dahi, o üzerinde çalıştığınız konu ile ilgili “her şeyi” tarif ve tahlil edip, o konuyu “her şeyi ve her yönü” ile kavrama şansınız yoktur.

Öyleyse gerçeğin bilinebilirliği hakkında karamsar mı olmalıyız? Hayır! Bilimin en temel özelliği soyutlamada yatmaktadır (Abstraktion). Gerçekliğin tüm somut olguları ile, soyutlama yapmadan, baş etmenin mümkünatı yok.[1] Bilimsel yöntem, gerçekliği (bilimsel sosyalistler buna “pratik” veya “hayat” diyor) soyut bir düşünce modeli halinde tarif etmeye yarar. Bunun için sizi ilgilendiren sorunsal (Problematik) içerisinde yer alan olguları (Phänomen) tarif edersiniz ve tahlil ettiğiniz gerçeklik kesitinin temel işleyişini açıklayan mekanizmaları, başka bir deyişle neden-sonuç ilişkilerini belirleyen faktörleri tanımlamaya çalışırsınız. Bunu başardığınızda gerçekliğin bir bölümüne dair bir soyutlama gerçekleştirmiş oluyorsunuz. Yani pratikten bir kuram veya teori çıkarmış oluyorsunuz. Bu işlem ile insanlığın medeniyet birikimine katkı vermiş, insanlığın ilerlemesinde aktör olmuş oluyorsunuz.

Evrenin sınırsız karmaşıklığını tümden “çözebilen” bir bilimsel teori yoktur. Çünkü her teori belli bir sorunsalın özünde yatan temel nedensellikleri tarif etmeye yarayan bir soyutlamadır, bir modeldir. “Mutlak doğru yoktur” dememiz de nesnel gerçekliğin olmadığı anlamına gelmez, evrenin sınırsız karmaşıklığını tüm zamanlar ve mekânlar için geçerli tek bir modele sıkıştırmanın mümkün olmamasının ifadesidir.

Ama kolektif bir faaliyet olarak bilim, insanlığın içinde yaşadığı gerçekliği kavrayabilme kabiliyetini sürekli olarak geliştirmektedir. Kolektif faaliyet olarak bilimin işleyebilmesi için bilimin hür olması son derece önemlidir. Her teori “er meydanına” çıkabilmelidir. Ama bir o kadar önemli olan da teorilerin sınanarak düzeltilip geliştirilmesidir ve gerektiğinde elenmesidir. Eğer bu olmazsa bilim piyasalaşır: Her yetersiz ve yanlış teori bile kendine göre bir “alıcı” bulur. Yani bilimin iki yüzü vardır: hür düşünce ve tartışma. Ama aynı zamanda hata ve yanlışı kabul etmez. “Çoğulcu” ve “demokratik” değildir, son derece mutlakıyetçidir.

Teori, herhangi bir hipotez veya sav değildir, teori pratiğin soyutlanmasıdır. Bir teorinin kıymetinin yegâne ölçüsü de pratiği açıklama kabiliyetidir. Bir teorinin pratik ile ilgili “akla yatan” bir takım açıklamalar sunması, o teorinin geçerliliği açısından yeterli değildir. İçinde tutarsızlıklar barındırıyorsa o teoride hata vardır. O tutarsızlıklar düzeltilmelidir, hayata uyarlanmalıdır (Adaptation). Düzeltilemeyecek boyutta tutarsızlıklar varsa teori yanlıştır.

Kuramın ne denli güçlü bir araç olduğunu matematik örneğinden kavrayabiliriz. Sayılar ve matematik işlemlerinde kullandığımız işaretler semboldür. Örneğin doğada “bir” diye bir şey yoktur, ama bir nesnenin tekilliğini ifade etmek istediğimizde “1” sembolü ile bunu ifade ediyoruz. Nesnenin ne olduğunun önemi yok. Hayatı soyutlaştırmaya yarayan bir işaret sistemi yaratarak, o soyutlaştırdığımız nesnelerin birbiri ile ilişkilerini güvenilir bir şekilde tahlil edebileceğimiz (ki buna matematikte “hesap” diyoruz) bir düşün modeli elde ediyoruz. Bu düşün modeli ile gerçeklikle ilgili doğru sonuçlara varabiliyor ve öngörülerde bulunabiliyoruz. Newton, Euler ve Gauss gibi matematikçiler “oturdukları yerden”, örneğin gözlem veya deney yapmadan, evrenin işleyişine dair doğru ve çığır açan vargılara erişebiliyorlardı. Matematiğin bu gücü öylesine bir mucizeydi ki, tarih boyunca matematiğin işleyişinin ardında tanrısal veya sihirli bir giz tahmin eden filozofların sayısı az değildir. Galilei, “doğa bir kitaptır, bu kitabın dili de matematiktir.” dediğinde de matematiğin bu sınırsız gücüne işaret ediyordu. Ancak matematiğin “mucizesi” çok da esrarengiz değil. Matematiği beşeri bilimler ve diğer doğa bilimlerinden ayıran başlıca özellik saf teoriden oluşmasıdır. Hayatın soyutlanmış halidir matematik, yani teoriye tercüme edilmiş pratiktir. Matematik şunun pratik ispatıdır: Gerçekliği soyutlama aşamasında hata yapmaz ve tutarsızlık içermeyen bir mantık sistematiği ile işlerseniz teori ile evrende açıklayamayacağınız bir sorunsal yoktur.

Biraz köşeli bir ifadeyle, “Bilim kuramdır, kuram da bilim” de diyebiliriz. Semih Koray, kuramın insanın nesnel gerçekliği kavramasının yegâne yolu ve bilimin özü olduğunu şu şekilde ifade etmektedir:

“...Çünkü bilimde genelleme ancak olguların özünde yatan nedensellik ilişkilerinin keşfedilmesiyle mümkün hale gelir. Buradaki nedensellik, şeylere ait ve öznenin amacından bağımsız neden sonuç ilişkilerine ilişkindir. Bilimde nedensellik ilişkilerinin ifadesini bulduğu alan, kuramdır. Kuram, nesnel gerçekliğe ait ilişkilerin kavramlar aracılığıyla insan zihninde yeniden kurulmasıdır. Gerçeklikten hareketle tasarımlanan bu kurgunun çözümlenmesiyle elde edilen çıkarımların doğruluk değeri kazanmaları, yine gerçekliğin sınamasından geçmeleri koşuluna bağlıdır.”[2]

Bilim, devrimcilik ve emperyalizm

Bilim, devrimciliğin tek yol göstericisidir, çünkü nesnel gerçekliği kavramanın tek yoludur. Fakat emperyalizm çağında sistemin ürettiği bilim, emperyalizmden bağımsız değildir. Emperyalist sistem şartlarında ortaya çıkan bilim de, tümden yozlaştırılmadığı yerde, bilimdir. Bu burjuva bilimi de gerçekliğe dair doğru vargılara erişir ve insanlığın bilgi birikimine katkı sağlar. Fakat aynı zamanda emperyalist sistemin ezilen sınıf ve milletleri hâkimiyeti altında tutma gereksinimine göre deforme edilen bir bilimdir burjuva bilimi. Yani nesnel gerçeği perdelemek mecburiyetindedir, yoksa yönetilenlerin rızasını yitirir. Emperyalizm koşullarında burjuva bilimi yaman bir çelişkinin kıskacındadır: Maddi uygarlığın sürdürülebilmesi için bilim lazımdır, emperyalistler de bilime asgari bir “yaşam alanı” bırakmak zorundadır. Ama aynı zamanda emperyalist sistem hakikati perdelemeye mecburdur, yalan bir dünya kurmak zorundadır hükümranlığını sürdürebilmek için. Bunu da bilimi nesnel gerçeklikten kopartıp uzaklaştırarak gerçekleştiriyor. Burjuva bilimi egemen sınıfların ideolojik tercihlerini yansıtmakla beraber, bilim için geçerlilik kıstası değişmez: Teoriler pratikle örtüştüğü ölçüde geçerlidir. Burjuva biliminin hiçbir bulgu veya teorisi “emperyalistlerin ideolojisidir” diye peşinen reddedilemez, gerçeklikle sınanır ve ona göre değerlendirilir.

Bilimsel sosyalizm burjuva biliminden farklıdır. Fark, türlü türlü “bilimlerin” varlığı değildir. Farkı doğuran şey devrimcilerin farklı toplumsal konumlanmalarıdır. Devrimciler ezen sınıfların ve milletlerin çıkarlarına hizmet eden konumda değil, ezilen sınıf ve milletlerin hürriyeti için mücadele veren konumdadırlar. Fakat fark salt bir perspektif farkı değildir. Devrimcilerin emperyalist sistemi korumak gibi bir gayeleri olmadığı için nesnel gerçekliği perdeleme mecburiyetleri yoktur. Bilakis nesnel gerçeklik devrimcilerin biricik müttefiki, karşıdevrimcilerin ise can düşmanıdır. Hakikat özgürleştiricidir (emanzipatorisch), bu yüzden emperyalist sistem aldatmacaya, devrimciler ise hakikate sarılmak zorundadırlar.

Devrimciler bilimi tutarlı bir şekilde icra ederler, çünkü prangaları yoktur ve insanlığın prangalarını da kırmaya ant içmişlerdir.[3] Bilimsel sosyalizm, sınırsız ve tabusuz bir şekilde, insanlığın tüm birikim ve tecrübelerini kucaklar. Şöyle de ifade edebiliriz: İnsanlığın tüm birikim ve tecrübelerini içinde barındıran bilimsel sosyalizm, bu birikim ve tecrübeye hükmeder, dolayısıyla teori devrimcilerin en kuvvetli aracı ve en güçlü silahıdır. Yani kuram bilimsel sosyalistlerin en kıymetli varlığıdır. Teorimizi hatalardan uzak tutmak hepimizin ortak çabasıdır. Bir matematik işleminin ortasında bir hata yaparsanız, hata yaptığınız noktadan itibaren hesap işlemi doğru olmayan bir sonuca doğru gider. Teorimizin bu akıbete uğramaması için şöyle bir yol izlemekte fayda görüyorum:

-          Önce pratiği teorimizle[4], teorimizi de pratikle sınamak. Yani bir durumu, olayı, süreci açıklarken bunu öncelikle emperyalizm kuramı ve genel olarak tarihsel materyalizm ile açıklamak. Emperyalizm kuramının özünde olmayan açıklama modelleri ilk etapta tercih edilmemeli. Böylelikle teorimizi sürekli sınamış oluruz, hata varsa eğer teorimizde onu düzeltip tekrar hayatla örtüşür hale getirme şansına sahip olmuş oluruz.

-          İkinci etapta emperyalizm kuramı dışında bilimsel teorilerden yararlanılmalıdır. Örneğin oyun teorisi veya jeostrateji teorileri ile de birçok durum ve olayı yanlış olmayan bir biçimde açıklamak mümkündür. Burada dikkat gerektiren şey yararlandığımız teorinin emperyalizm kuramı ve tarihsel materyalizm ile ilişki derecesidir.

Kimi teoriler (örneğin jeostrateji) yanlış değil, ama emperyalizm kuramından daha kısa erimlidir.

Kimi teoriler (örneğin oyun teorisi) erim ve doğruluk açısından emperyalizm teorisinden geri değillerdir, tek farkları nesnel gerçekliği farklı bir türde modelleştirmeleridir. Oyun teorisi örneğinde, aktör içeren her türlü senaryoyu matematiksel olarak modelleme kabiliyeti mevcuttur.

Kimi teoriler ise emperyalizm kuramının özüne dokunmaz. Evrim teorisi örneğin doğa ile ilgilenir, emperyalizm kuramı ve tarihsel materyalizm ise toplumsal gerçekliğe odaklanır.[5]

Saydığımız tür teorilerin dışında emperyalizm kuramı ve tarihsel materyalizm ile çelişen teoriler var. Bunlardan da faydalanabiliriz elbette. Hiçbir bilimsel teori tümden yanlış veya doğru değildir, genelde hepsi içinde doğrular barındırır. Örneğin Max Weber sosyolojisinin “doğruluk payı” elbette vardır, ama bilimsel sosyalizm toplumsal fenomenleri daha doğru bir biçimde açıklar. Emperyalizm kuramı ve bilimsel sosyalizm ile uyuşmazlıkları olan ekollerin bulgu ve yöntemlerinden faydalanmamak ancak devrimci kılıklı sekter ve dogmatik bağnazlıkların önünü açar. Fakat bizimle çelişen teorilerden aldığımız argüman, önkabuller (Prämissen) ve yöntemlerde kendi teorimiz ile tutarsızlığa düşmemeye azami dikkat göstermeliyiz. Bu bağlamda pratiği teorileştirme aşamasında bilimsel sosyalistlerin dikkat etmesi gerektiği bazı yöntemsel noktalar vardır.

-          ad hoc açıklamalar. Yani bir olay veya durumu açıklamak için teorimizden çıkarım yapmak yerine “günü kurtaran” anlık, geçici açıklamalara sığınmak. Bilimde ad hoc açıklamalar koltuk değneğine benzer, teorinizin işlemediği, “yürümediği” yerde teorinizle hiçbir manalı ilişkisi bulunmayan argümanlara başvurma kolaycılığıdır. Kolaycılık yerine teori içi açıklama yapılması, teori karşılaştığımız gerçekliği açıklayamıyorsa eğer teorinin gözden geçirilmesi gerekir.

-          Eklektik açıklamalar. Yani işimize geldiği gibi her teori ve akımdan açıklamaları alıp, tutarlılık kriteri aramaksızın kendi anlatımımıza “monte” etmek.

-          Emperyalizm kuramı ve tarihsel materyalizm ile direkt, dolaysız bir şekilde çelişen açıklama türleri. Yani teorinin özüne ters açıklamalar.

Nesnel gerçeklik bilgi ile mi

bilim ile mi kavranabilir

Bizlere sürekli “bilgi çağında” yaşadığımız ve bilginin önemi anlatılmaktadır. Bilgi şüphesiz önemlidir. Fakat bilgi sizi nesnel gerçekliği kavramaya doğru götürmez, teori ile birleşmeyen bilgi son derece kıymetsizdir hatta. Örneğin ülkeyi yöneten sistem partilerinin ülkeyi iyi yönetmesi için elinde bilgi fazlasıyla mevcuttur. Ancak bunu yapacak kuramsal anlayış, kavrayış eksiktir. Bilginin “müthiş” önemi kocaman bir sistem palavrasıdır.

Bilgi hammaddedir, işlenmemiştir, çiğdir. Bilgi olmadan elbette nihai ürünü üretemezsiniz. Fakat belirleyici olan teoridir. Elde edeceğiniz sonuç bilgiyi işlediğiniz teoriye bağlıdır. Bilgi toplayıp bunları sıralayarak argüman geliştirmek olağandır, fakat bilimsel değildir. Hangi bilgileri seçtiğiniz, onları neden o şekilde bir araya getirdiğiniz ve onlardan neden o sonuçları çıkardığınıza dair en ufak bir sistematik yoktur. Bu şekilde herkes istediği, tezini destekleyen bilgileri toplar, sıralar, istediği sonucu elde eder. Bu şekilde her şeyi ve her şeyin zıddını “ispat” edersiniz. Aslında geçerli hiçbir şey elde etmiş olmazsınız.

Bir hipotezin altını destekleyici olgu ve örneklerle doldurmak son derece kolaydır. Fakat bu hipotezi doğrulamaz. Hipotezin doğruluğu yanlışlanamamasıyla sınanır.

Hipotezin yanlışlığını ortaya çıkarabilecek iki temel faktör vardır. Birincisi mantıksal tutarsızlıktır. Yani hipotezin iddialarının birbiri ile çelişmesidir. Bu kabaca teorik tutarsızlığa denk düşer, iç çelişmedir (interne İnkonsistenz). İkincisi ise hipotezin iddialarının pratikte kesin bir şekilde yanlışlığını ortaya çıkaran (Kontradiktion) olguların gözlemlenmesidir. Yani hayatın hipotezi yanlışlaması. Örnek: 1919 yılında Eddington tarafından gözlemlenen güneş tutulması Einstein'ın genel izafiyet kuramını doğrulamıştır. Güneş tutulması (yani nesnel gerçeklik, hayat) genel izafiyet kuramını doğrulamayıp yanlışlasaydı izafiyet kuramının ait olduğu yer çöp kutusu olurdu. Gördüğümüz gibi bir hipotezi destekleyici olguları toplamak gerekli, fakat yetersizdir, hipotezin denek taşı onu yanlışlayacak iç çelişkilerin var olup olmamasını irdelemektir ve aynı zamanda hipotezi yanlışlayabilecek olgularla sınamaktır. Yoksa pul koleksiyonu yapar gibi kendi hipotezinizi destekleyen “ispatlar” toplamaya kalkarsanız yaptığınız şeyin bilim ile hiçbir alakası kalmaz.

Sonuç: Devrimcilerin tek yol göstericisi bilimdir

Yazımızda bilimsel sosyalizmin sistem bilimiyle ilişkisi ele alınmaya çalışılmıştır. Materyalist bir bilim anlayışı ile burjuva bilimi arasındaki örtüşmeler ve farklılıklar ortaya konulmuştur. Bilimsel sosyalist anlayış elbette tüm zamanlar ve mekânlar için geçerli bir dogma veya şabloncu bir anlayış değildir. Üstünlüğü yöntemsel anlayışı, sınıfsal ve tarihsel konumlanmasında yatmaktadır. Maddeci bilim anlayışı ne nesnel gerçekliğin varlığını inkâr üzerine kuruludur ne de sistemin hükümranlık ihtiyaçlarına göre teori üretir. Gerçeğin varlığı ve bilinebilirliği ve insanlığın gerçek anlamda özgürleşmesi hedefi üzerine kurulmuş tek bilim anlayışıdır. Burjuva biliminin hiçbir kazanımını reddetmez, aksine bu kazanımları en başta değerlendirir ve özümser. Fakat burjuva biliminin çarpıtmalarına ve yozlaşmalarına açık değildir, onlarla mücadele eder. Bu şekilde insanlığın tüm gerçek bilimsel birikimini kucaklar ve insanlığın özgürleşme mücadelesinin hizmetine sunar. Bu bağlamda bilim devrimcilerin elindeki en kıymetli araçtır.

 

[1]Bu, nesnel gerçekliğin var olmadığı anlamına gelmez, her ne kadar postmodern bilim anlayışı bizlere bunu dayatmaya çalışsa da.

[2] Neden Geri Kaldık? Bitmeyen Kavga: Çağdaşlaşma içinde, s.94. Kaynak Yayınları, 2013.

[3]Bilimin gücü ayrıca tarihte sınanmıştır. 17. yy'da bilim devrimi feodal ideolojinin hegemonyasını kırarak aydınlanmanın ve burjuva devrimlerinin önünü açmıştır. Burjuva devrimleri ise kapitalizmin önündeki feodal ayakbağlarını ortadan kaldırarak sanayi devriminin, yani insanlık tarihinin en büyük üretim gücü patlamasının önünü açmıştır. Bu tarihsel şema son derece öğreticidir.

[4]Önce pratiği teoriyle sınamak teoriyi öncelemek olarak düşünülmemelidir. Devrimcilerin teorisi zaten geçmiş pratiklerin çok gelişkin bir soyutlamasıdır, dolayısıyla bilimsel sosyalistlerin ve insanlığın pratik tecrübe birikimini temsil eder. Her işe "önce pratiğe bakalım" diyerek başlamak Amerika'yı her seferinde yeniden keşfetmeye benzer. Sıfırdan başlamak marifet değildir. Mesele pratiğin öncelenmesi değildir, mühim olan teorinin pratikle sınanmasıdır, teorinizi pratikle örtüşür hale getirmenizdir.

[5] Marx ve Engels'in evrim kuramından etkilendikleri bilinmektedir, fakat burada ifade edilmek istenen teorilerin ilgi alanlarıdır.

İdeolojiler